11 Mayıs 2017 Perşembe

Mevsim Mağduru

"Mayısta sevdiğin gibi Aralık'ta da sevecek misin beni?" -Jack Kerouac
  Ve sen, tatlı bir bahar günü gibi geleceksin yüreğime. Ruhumda kelebekler uçuracak, güneş gibi doğacaksın kayıp ruhuma. Ya Aralık geldiğinde, sevgilim? O kasvetli karanlıkta yeniden ışığım olacak mısın? Yeşeren umutlarla ve heyecan dolu hayallerle gelecek bahar. İçine çekeceksin taze yaşam enerjisini. Nefrete ya da hüzne yer olmayacak beyaz papatyaların arasında. Çıplak tenine değen güneş ışığını ya da ayak parmaklarının arasından çıkan çimi hissedeceksin. İçinde kuruyup yapraklarını döken o hisler var ya, yeniden doğacak baharla. Ruhunu sevgiyle sulayacak ve güneşe koyacaksın; renkli tomurcuklar versin diye. Ve sen, baharla coşan ruh, ne beni çok sulayarak sevginle boğmalı ne de güneşte terk edip gitmelisin. 
  Mevsimler gelir, geçer. Hisler gelir, geçer. Aşklar kuruyup gider ve yeniden yaprak açar. Baharda sevmek kolaydır; ne fırtınalı geceler ne de içini donduran soğuklar vardır. Kendini bahar olarak tanıtan hayat, sana rengarenk çiçekler ve bolca güneş verdiği gibi kara kışta en güçlü fırtınaları estirerek seni kökünden de kurutabilir. Bir papatyayı güneşli bir Mayıs gününde sevmek kolaydır; peki ya kara kış geldiğinde, Aralık tüm kasvetiyle çöktüğünde ve ilk kez fırtınayı tattığında o papatyayı koruyacak mısın? Yapakları dökülen ve artık eskisi gibi güzel gözükmeyen o papatyayı yeniden sevecek misin? Ya da, kim bilir, belki de diğer Mayıs geldiğinde kendine taze bir menekşe bulacaksındır sevgili mevsim mağduru...


7 Mayıs 2017 Pazar

Hayatın Dilinden Konuşmak

  İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri nedir bilir misiniz? Hayır, yemek yemek ya da susuzluğunuzu gidermekten bahsetmiyorum. Aklınız lavaboya kaymasın lütfen! Daha öte, daha içinize doğru bakın. İletişim, sevgili dostlar, insan denen varlığın yalnızlığını bertaraf etmek için kullanacağı başlıca araç. Anlayabilmek ve anlaşabilmek. Kendini ifade etmek, hislerini tercüme etmek ve yalnızlığını giderebilmek. İletişimin önemi hakkında birçok kelime sarf edebilirim; ya da yalnızca "Lost In Translation" filmini önerebilirim. Burada amacım bir film eleştirisi yapmak değildi; ancak iletişimden söz edilen yerde bu filmin adının kesinlikle geçmesi gerekiyor kanımca.
  Üniversitede "International Day" kapsamında Suriyeli ve Türk yüzlerce çocuk bir araya getirildi. Dilin kendi sınırlarının ötesinde, çocuklar kendi evrensel çocuk dilleriyle birbiriyle anlaştı. Oyunun, neşenin ve çocukluğun milleti yoktur ya! Evrenseldir çocuk masumiyeti. Ne bir ayrımcılık ne de bir dışlamaya maruz kalır onların dili. Suriyeli minik çocukların ellerinden tuttum, her ne kadar türkçe konuşamasalar da elimden geldiğince anlaşmaya çalıştım onlarla. Sonradan öğrendim ki konuşamasalar da Türkçeyi az çok anlayabiliyorlarmış bu minik yavrucaklar. Suriyeli ve Türk çocukların karma olduğu sınıflarda her iki ülkenin de dili öğretiliyor; hissettikleri derin yabancılık hissini bir nebze azaltmaya çalışıyorlarmış. Biraz zaman geçti; çeşitli etkinlikler düzenlendi. En son, International Day gününe özel, üniversitede bulunan yabancı öğrenciler kendi ülkelerine özgü yemekler yapmışlar, bir masa boyu onları sıraladılar. Kaptım sorumlu olduğum Suriyeli çocuklarımı, götürdüm kendi ülkelerinin masalarına. Ve o an, tam o çok değerli anda, sabahtan beri hiç konuşmayan ve etrafına boş boş bakınan küçük kızın yüzündeki gülümsemeyi gördüm. İlk kez bir gülümseme açtı o naif ruhunda. Memleket özlemini gördüm ben o bakışlarda. O derin yarayı, o beyaz çocuk ruhundaki derin izi gördüm. O memleketine özgü yemeklere bakışını, o Suriyeli üniversiteli gencin onunla kendi dilinden konuşmasını ve "anlayabilme" hissinin verdiği hazzı gördüm. Ah, bir bakış nelere kadir... Tanıdık hissetmek ve yalnızlığını bir nebze unutabilmek. İşte bir an, sadece minik bir an, birçok hissi bir bakış ve gülümseme ile anlatabilirsiniz.
  Hayat, anlarda saklıdır. Hayatı anlamak için onun dilinden konuşmalısınız.

Şu güzel müzik de size eşlik etsin.