10 Eylül 2016 Cumartesi

Jack, Polyanna ve Dolubardak

 Pozitif olmak ile Polyanna olmak çok karıştırılıyor. Hayat boyu her iki terime de bolca tabi tutuldum. Herhangi bir olay olur, siz bir yorum yaparsınız. Sizin yorumunuz yeniden yorumlanır, iyi ya da kötü. Olumsuz bir yorumda bulunduysanız, insanlar sizin ne kadar karamsar, depresif ve kötümser bir bakış açısına sahip olduğunuzdan yakınır. Yok, eğer olumlu bir yorum yaptıysanız, bu sefer de abartılmış bir iyimserlik, gerçeklere uzak bir saflık ve "polyannacılık" ile kılıflandırırlar sizi. Bir seçenek olarak yorumda bulunmamayı seçerseniz, ah en büyük hatayı yapmış olursunuz sevgili dostum. Bu gibi bir hataya düşerseniz, hem kötümserler hem de iyimserler tarafından tarafsızlık ve etkisiz eleman olarak eleştirilirsiniz. Gel gelelim en başta bahsettiğimiz iki terime.
  Pozitif insanlar, iyi ve kötü etkileri olan bir olay olduğunda, bunun en iyi taraflarını görür. Olayın kötü yanları olduğunu kabul eder, ancak bardağın dolu tarafını görmeye meyillidirler. Polyanna'lar ise kötü etkileri asla görmezler. Onlar için bardak zaten hep doludur, boş olan bir taraf yoktur. Bu yüzden hem düşünceleri gerçekten uzak, hem de fazlasıyla saftır.
 Tamam, bardağı bir kenara koyalım. Mesela bir örnek verelim. Nasıl bir örnek istersiniz? Belki sınava girecek bir arkadaş örneği? Çok mu sıkıcı ve sıradan oldu? Peki ya sevgilisiyle kavga eden bir dostunuzu önersem? O zaman da belki kızların dikkatini daha çok çekmiş olurum. Haydi biraz abartılmış, sıradışı ve dramatik bir örnek bulalım. Yaratıcı olsun. Diyelim ki bir arkadaş var. Haydi adı Cem olsun. Yok, bu olmadı. Jack olsun. Biraz Amerikan film özenticiliği yapsam kimseye bir zararım olmaz herhalde. Jack, yazını bir restoranda garson olarak çalışmış bir öğrenci. Kendine güveniyor, aklı da biraz havada sanki. Bir miktar para kazanmış, bir kısmını biriktirirken kalanını gezip tozmaya harcamış. Eylül gelip çatmışken, Jack evde müthiş bir kavgaya tutuşuyor aileyle. Öyle böyle değil ama, dramatik Jack kızıp masadaki tabak çanak ne varsa yerlere atıyor, o derece. Anne, vay sen benim çeyizlik parçalarımı mı kırdın diye bağırmaya başlamışken bizim Jack dayanamıyor. Alıyor birkaç eşyasını, kapıyı vurup çıkıyor. Artık bu evde daha fazla yaşayamayacakmış. Kendine ait bir eve çıkma hayalleri kuruyor. İki yakın dostuna danışacak tabi. Birinci dostun adı Polyanna. Başlıyor kızımız konuşmaya: "Kendi kazandığın paran var, çıkarsın şöyle uygun fiyatlı bir eve. Teksin, ne derdin var ne tasan. Her gece partiler, eğlenceler... Bulursun da bir iş, ohhh... Kim takar aileyi, çeyizlik kavgayı. Gençsin, çalışkansın, özgürlüğünün tadını çıkarırsın." Jack aldığı gazla yarına eve çıkmaya hazır. Ancak dosttur, bir fikir danışmak lazımdır, diye düşünüp dolubardak dostuna gidiyor. Anlatıyor haliyle, abartılmış bir kavga sahnesi ve fazlasıyla dramatik bir sunuşla hikayesini. Dolubardak dinliyor, hiç sözünü kesmeden. Sonra konuşuyor: "İyi tarafından bakarsak bir miktar paran var, belki bir müddet sonra mütevazi bir ev de tutarsın. Bir iş de bulursun, şansın yaver giderse. Buraya kadar tamam. Ancak bunun okulu var, masrafı var, aileyle aranın bozulması var, sen de kabul edersin ki senin fevri karakterin de var. Aklın da pek yerde durmaz, havalanmayı pek bir sever. Çok da tutumlu sayılmazsın sen, rahatınızı bozmazsın. Benim gördüğüm bardakta pek bir su kalmamış, o yüzden gerçekçi olalım. En azından iyi tarafından bakarsak, bir süre daha çalışıp yeterli parayı kazanırsın, bu süre zarfında da aileyle arayı kapatırsın. Belli mi olur, onlar da destek çıkar sana. Haydi, çocukluk etme, dön geri." Hikayeyi Jack'in ne yapmayı seçtiği ile bitiremem, çünkü dışarısı Jack'ler ile dolu. Herkes bir Polyanna ya da Dolubardak dostlara sahip olmuyor. İnsan, yardım eli uzatacak kişiyi bulamayınca düştüğünde kendi kalkmayı öğreniyor. http://boardofwisdom.com/cachetogo/images/quotes/438363.pngBen neyim bilmem ama iyi tarafından bakarsak, en azından, dolu yönünü görürsek ne olmadığımı biliyorum.

6 Eylül 2016 Salı

Köpeğimle Felsefi Sohbet

 Geçen gün köpeğimle felsefi bir sohbete dalmışım. Ben konuşuyorum, o dinliyor. Kendisi çok iyi bir dinleyicidir; gözlerini sizinkilere kitler, arada başını sağa azıcık eğer. Hiç sıkılmadan, merakla dinler sizi. Bugünlerde bulmak zor bu tiplerden. Ben dalmış gidiyorum tabi. Bir yandan kahvemi içiyor, bir yandan üçe yaklaşan saatime göz ucuyla bakıyorum. Yarısı yenmiş kurabiyem, soğumuş kahvem ve birkaç yıldızla felsefe yapıyorum. Dedim Casper'a : "Hiç neden var olduğunu sorguladın mı?" Birbirimize baktık. Onun gözü bir ara kurabiyeme gittiyse de yeniden kurduk göz temasımızı. Bu sorum üzerine azıcık kafa yordu, yaklaşık beş saniye kadar, ardından gelip koca diliyle yüzüme ıslak bir öpücük kondurdu. "Güzel cevap." diyebildim. Biraz sonra bu da belki onun cevabıdır diye düşünmeden edemedim. Belki de onun tek amacı şartsız, koşulsuz sevebilmektir. Köpekler, kendilerinden bile daha çok severler sahiplerini. Sevmek için sevilmeyi beklemezler. Sevilmeden sevmek, biz de efkar nedeni. Hüzünlü bir durum. Onlar ise bunu normal karşılıyorlar. Kim bilir, belki karanlık gecelerde bir tepe vardır dolunayın ışığıyla yıkanan. O tepede bir kurt vardır, ulu ve görkemli. Öyle bir ulur ki tüm ormanda yankılanır onun sesi. Dolunaya vurur gölgesi. Yalnızdır kurtlar. Yalnız atalarının aksine köpekler sevgiye aç ve sosyaldirler. Bir köpeğin çetesi, klanıdır sahibi. Onun gölgesi, tamamlayıcı parçasıdır. Sadaketiyle ve sonsuz sevgisiyle ödüllendirir ona kalbini açan insanı. Onların dostlukları çok kıymetli. Ailenin bir parçasılar. Yoklukları fark edilir, varlıkları neşe getirir. Gözyaşlarınla ıslatırsın tüylerini. Bazen hiç konuşmazsın, sımsıkı sarılırsın iri bedenine. Sözlere ihtiyaç duymazlar, duyguları hissederler. Patisini elinin üzerine koyup gözlerini seninkine kitleyen, varlığıyla derde derman olan bir varlık, var olmanın nedenini sorgular mı? Sanırım tek sorguladığı sahibinin ne zaman eve geleceği sorusu olmalı.