19 Ağustos 2015 Çarşamba

Ruhumda Nota İzleri

 Saat gün batımına beş var.. Kumsaldayım, kulaklıklarım bana eşlik ediyor. Soğumaya başlayan kumları hissediyorum. Bir kumsal yürüyüşünün olabilecek en güzel saati. Bir adada olmanın en güzel tarafı sanırım bulunduğunuz yerden başka karanın görünmemesi; denizin kalbinde yer aldığınızı hissetmek. Hele kulağınıza mükemmel bir melodi geliyorsa kendinizi hayal gücünüzün yettiği her yerde hayal edebilirsiniz. Violin ve arp; piyano ve akustik gitarla düet yapıyor. Bir kayaya oturuyorum, gözlerimi yumuyor; müziğin etkisiyle gülümsüyorum. Müthiş bir an. Ne kadar süre geçiyor bilmiyorum; yalnızca müziğin beni mest etmesine izin veriyorum. Beni notalarının esiri yapmasına... Birden biri koluma tık tık yapıyor. Yavaşça gözlerimi açıyorum. Karşımda yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu var. Elinde bir sepet, arkasında onu izleyen ebeveynler yok.. Burada gezinen bir ada yerlisi belki de. Hafif bir meltemle sarıya kaçan saçları dalgalanıyor. Fakat beni en çok etkileyen o yemyeşil gözleri.. Kocaman açılmış yemyeşil gözler beni izliyor ve birden sesini duyuyorum: "Ne dinliyorsun?" Gülümsüyorum. "Dinlemek ister misin?" Başını sallıyor. Kulaklıklarımı çıkarıp ona takıyorum. Huzurlu müziğimi onunla paylaşıyorum. Birkaç saniye geçiyor ve birden inanılmaz bir şey oluyor: Henüz tanışmış olduğum bu küçük kız, başını denize çeviriyor, gözlerini yumuyor ve...gülümsüyor. Tıpkı benim yaptığım gibi... Yavaşça sağ kulağındaki kulaklığı çıkarıyorum, kulağına yaklaşıyor ve fısıldıyorum: "Şimdi hayal et." Gözler hala kapalı, yüzündeki gülümseme daha da büyüyor. Bir kız çocuğunun sınırsız hayal gücü ve eşsiz müziğin birleşimi mükemmel bir ana denk. Onu izlerken az önce hissettiklerimi onun da hissettiğini fark ediyorum. Bu hareketli bir pop şarkısı ya da hard rock değil. Bu; huzurun melodisi...Ve bu müzik bir ruha daha dokunuyor. Sonunda istemeyerek kulaklığı çıkarıp bana veriyor, usulca ismini soruyor. Adını söylediğimde tırnaklarıyla koluna adını çiziyor. Bana neşeyle eve gider gitmez müziği dinleyeceğini söylüyor. Hayatında dinlediği en huzurlu ve güzel müzik olduğunu... O an söyleyemiyorum o yazının kısa sürede sileneceğini. Ve gün batımında küçük bir kız kumsalda bana veda edip koşuyor, yolun ortasında birden durup bana bakana dek. Yüzüne güneş ışığı vuruyor, gözlerindeki yeşil, pırıltılar saçıyor. Ve son kez gülümsüyor: "Eee, dinlemeye devam etmeyecek misin?"
  Beni bu kadar etkileyen bir müziğin başkalarını da etkileyebileceğini düşünmemiştim. Hele ki küçük bir kızı...Ve sonra anlıyorum. O müzik saftı; tıpkı o kızın ruhu gibi. Bir çocuğun bozulmamış saflığına dokunmuştu müzik. Ben; müziğin esareti altında kalan bir tutsaktım. O ise müziğin büyüsüne kapılmış bir ruh... Ve yollarımız kesişmişti. Adanın çocuğu gibi görünen o minik kızı; tıpkı benim gibi gözlerini yumup gülümseyen yüzünü ve o yemyeşil gözleri hiç unutmayacağım. Belki müzik ona dokunmuştu; fakat o da benim ruhumda izini bırakmıştı...

8 Ağustos 2015 Cumartesi

İnsanlık Barınağı

 Dün, gecenin bir yarısı kapımız çaldı. Açtım, baktım kim var diye bir anda içeri yavru bir köpek girdi; meraklı burnu ve küçüklük heyecanıyla. Bir yandan onu tutmaya çalışıp öbür yandan onu getiren küçük çocuğu dinlemeye çalışıyordum. Çocukcağız onu onlarca köpeklik bir çeteden zor kurtarmış; üzerinde yaralardan ısırık izlerine birçok darbe almış zavallı bir köpek. Tabi kalp bu dayanır mı, aldım kucağıma indim çocukla. Gece yarılarına kadar mamalar sular bulmaktı köpeklerin ulaşamayacağı yerler yaratmaktı bizim ufak çocuğun yavru köpek bakışları atarak migros depolarından koliler bulmasıydı yorucu bir gece geçirdik. Neyse sabaha kadar dursun diye de tasmayla bağladık bu yavruyu. Sabah bir uyandım, aşağı indim ne yaptı bu tüm gece diye bir anda geldi üzerime atladı! Hınzır tasmayı kopardığı gibi gelip üzerime atlıyor... Aldık dünkü koliyi, koyduk hınzırı bagaja, rotayı belirledik Barınağa.. Tabi yavru bu durur mu, ışık kırmızı olduğunda ne yaptı diye bakmak için bagaj kapağını açtığım an sen yollara fırla, ben araba kornaları eşliğinde kucağıma alıp bagaja attığım gibi yeşil yandığı an kendimi arabanın kapısından atayım. Tüm bu aksiyon aynı dakikada oldu valla. Neyse hareketli bir yolculuğun ardından barınağımıza vardık. O güne kadar da hiç barınak görmemişim, merak ediyorum bir yandan da. Tasmadan nefret eden vahşi yavrumuzu ite kaka getirdik barınağa, sonra elden kaçtı haydiii tüm veterinerler, görevliler bizim hınzırn peşinde. Bir yandan da kafeslerde çılgına dönen köpekler aralarına yeni katılan genci tanımaya çalışıyor. Havlamalar, bağırışlar derken bizim hınzır veteriner tarafından yakalandı. Hınzırı son gördüğüm an, veterinerin kollarında adamın burnunu yaladığı andı. Sadece bir saniye göz göze geldik belki; mutlu muydu bilmem. Fakat bir şeyden eminsem bizim orada birkaç gecede bu hale gelen köpeğin bu insanların elinde daha uzun bir ömre sahip olacağı gerçeği. Hınzırı verdikten sonra barınakta hızlı bir gezinti yaptık. İnanır mısınız, barınakta yüz değil iki yüz değil tam iki bin köpek varmış! İki bin can. İki bin sokakta doğan ya da sokağa atılan köpek. Cins cins, sevgi dolu yüzler. Elimi sevmek için kaldırdığımda vuracağımı zannedip başını eğen zavallı varlıklar. O an yaşadığım üzüntüyü tüm kalbimle hissettim. O korku dolu bakışları oluşturan insanlar, yaptıkları insanlık mıydı acaba? Bizim hınzır dışında orada hiç yavru yoktu. Yavruyken göze tatlı görünen tüm köpekler büyüyünce sıcacık yuvalarından buz gibi gerçeğe atılmıştı. Hiç bilmedikleri soğuk, karanlık, aç bir dünyaya. Sordum, bu köpekleri sahipleniyorlar mı diye. Çok az abla dedi. Ayda bir kez iki kez. İki bin köpek. Bir kez iki kez. Belki bir canı kurtardık fakat geriye kalan binlerce can? Soğuk sokaklardan alınıp soğuk parmaklıkların ardına konuldular. Yemek, içecek ve güven için özgürlüklerini kaybettiler. Belki bizim yavrunun bir şansı olur diye avutuyoruz kendimizi, kalan yetişkin köpeklere göre. Belki birileri onu sıcak evlerine davet eder ailenin bir üyesi olsun diye. Ama nereye kadar? Tatlılığını kaybedip bir yetişkin oluncaya kadar mı? Barınaktan alınıp sonunda oraya geri dönmek için mi? Hayır, bir şey kaybeden biri varsa bu köpekler değildir. Köpekler tatlılığını değil, insanlar insanlığını kaybediyorlar...

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Hayat Yolcuları

   Kerouac der ki; "The only people for me are the mad ones, the ones who are mad to live, mad to talk, mad to be saved, desirous of everything at the same time."
    Bu insan cebinde azıcık bir parayla sırf otostop yaparak Amerika'yı baştan başa katetmiş bir adam. Parası bittiğinde günlük işler yapar, sonraki gün o parayla gezmeye devam eder. Ve tüm bu yolculuk boyunca yaşadıklarını yazarak kitap haline getirmiş harika bir yazar.  O, insanların kendileri için çizdikleri sınırlardan farklı olarak o sınırları aşmış bir adam. O, kitabını elinizde kaleminiz olmadan okuyamayacağınız biri. Altını çizecek harika cümleleri olan bir yazar. Anı dibine kadar yaşayan bir gezgin!
   Neden hayatımızın şoförü olmaya çalışıyoruz? Kontrolün hep elimizde olması, sapacağımız her yolu en ayrıntısına kadar bilmemiz mi gerekiyor? Hayır. Şoför olmayı bırakın ve sadece bir yolcu olun. Hayatımızın bir yolcusu.. Kimlerle tanışacağımız, nereye gideceğimiz, hangi yoldan ilerleyeceğimiz her şey ve herkes yolun getirdiği bir gizem ve sürpriz olsun. Her bir kişi sizi farklı bir renkle tanıştırsın. Her yolculuk hayata farklı bir deneyim katsın. Daha önce yüzlerce kez izlediğiniz ve her bir sahnesini bildiğiniz filmi izlemek yerine, yepyeni ve gizem dolu bir film izleyin. Şaşırın. Her yolun sonunda ışık vardır demiyorum; fakat olup olmadığını öğrenmenin tek bir yolu var... 
                                                                    Stop Being Driver, Be Passenger!