28 Nisan 2014 Pazartesi

Yağmurlu toprak kokusu.

  Sessiz bir akşam.. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor.. Acaba bulutlar ellerindeki bardaklardan mı boşaltıyorlar, yoksa sadece gözyaşlarını mı döküyorlar? Belki de onların hüzünleri yağıyor; toprağa, yaprağa, okyanusa.. Bir göz yaşı damlası, bir bitkiye can mı veriyor? Gökyüzünden yaşam mı damlıyor? Camlardan nazlı nazlı süzülüyorlar, öylesine narin öylesine güzel..
  Karanlıkta bir sokak lambası.. Başıboş, yapayalnız, ıslak bir lamba. Üşümüş, üşütmüş.. Işığı zayıf, ışığında dans eden yağmur damlalarıyla güzel. Gökyüzünde kara kara bulutlar, kaşlarını çatmışlar. Kızgın yüzler, fırtınanın temsilcisi. Gökyüzünde bir savaş; bulutların ve doğanın harpı.. Bulutlar kaşlarını çattıkça şimşekler de çakıyor, üzüldükçe sağanaklar yağıyor, ve bir bulut ötekine saldırırken gök gürlüyor, yıkıyor ortalığı.. Gökyüzündeki savaş, toprağa yansımış. Fırtınada dans ediyor çamlar, meşeler, çınarlar.. Rüzgar şarkı söylüyor tiz sesiyle, yapraklar uçuyor esintiyle.. Denizlerde dalgalar yarışlar veriyor, kim daha büyük yarışı.. İnsanın kibri denize mi yansımış, denizin kararlılığı insana mı yansımış? Doğa anne uyuyor sonbaharda, elbisesini değiştiriyor. Ağaçlar yapraklarını döküyor, uyuyan güzellere dönüyor.. Üzerlerine bembeyaz örtülerini çekmişler mışıl mışıl uyuyorlar.. Soğuk onların neyine? Onlar şimdi hayaller aleminde. Yazı düşlüyorlar, renkli cümbüşü hayal ediyorlar. Birbirinden güzel çiçekleriyle, doğa ananın elbisesini oluşturacaklar. Güneş, gökyüzündeki kavgaya son verecek. Güneş gören bulutlar, içindeki şeytanı çıkaracak, beyaz meleklere bürünecekler. Uykulu göl, üzerindeki sisi atacak, gerinecek ve yeni bir mevsime merhaba diyecek. Ve doğa, tüm ihtişamıyla, tüm canlılığıyla yeniden dünyanın kılıfı. Küçücük bir damla, özgürlükten mest olmuş, düşüyor tenime. Parmağımdaki nimete bakıyorum, acaba seni kıskananlar var mıdır? Özgür ve büyüleyici. Yüzümü kaldırıyorum, gözlerimi yumuyorum. Doğa yeniden orkestrasını almış konser veriyor. Rüzgar soprano, bulutlar alto. Etraf Doğa ananın parfümü kokuyor; yağmurdan yıkanmış, toprak kokusunu sürünmüş. Küçük, küçücük bir an. Kendimi oraya ait hissediyorum; doğanın minik bir parçası. Küçük bir yağmur damlası kadar özgür, havada usulca süzülen bir yaprak kadar mutlu...

25 Nisan 2014 Cuma

Bir yılı devirdik tatlı yabancı.

 Ve bir yılı doldurduk.. Kocaman, kabına sığmayan, hüznüyle neşesiyle, hayaliyle ve kırıklarıyla, inanılmaz tesadüfleriyle ve bir kaç veda, üç beş tane "Selam, tanıştığımıza memnun oldum." sözüyle.. Çok çabaladık, çok hayal kurduk, çok düştük.. Her düştüğümüzde kalkmasını bildik. Pes etmeden, yılmadan, engellere güçlü bir tekme savurduk. En büyük dostumuz kulaklığımız ve artık yer kalmayan günlüklerimiz oldu. Bizi gülümseten şarkılar, yerini ağlatanlara bıraktı.. Bazen hiç umursamadık, çocuklar gibi attık kendimizi yeşilin en güzel tonlarına. Yattık çimenlere, yumduk gözlerimizi. Güneş tenimizi ısıttı, yıldızlar göz kırptı. Tatlı dilekler diledik, masum dedikodular ve ilginç insanlara ilginç şakalar yaptık; şakalarımızla zihinlere kazındık, ödevlere konu olduk. Tek parmağımızda ojeler, kulağımızda elma küpeleriyle dolaştık. Lüks sokaklarda, marka kadınların arasında eşofmanlarla dolaştık, Lennon abi ile fotolar çekildik, küçücük odalarda çift kişilik partiler verdik.. Üzüldük, gözlerimiz ıslandı, en büyük ilacı sunduk birbirimize: Anlayış dolu bir sarılma. Biraz dondurma. Battaniye ve peluşlarımızı alıp ziyarete gittik, hüznümüzü paylaşmaya.. Sınavlar arasında, tebeşir kaplı ellerle, karışık tost tadında geçirdik yılımızı. Bazen farklı kişilerle aynı yerlere gittik, bazen aynı kişilerle farklı yerlerde buluştuk. Her karakterden insanı tanıştırdık; ressamıyla, doktoruyla, zekisiyle, tatlısıysa, rockerıyla, izmiriyle, istanbuluyla, eskisiyle, yenisiyle, particisiyle, gezginiyle, zencisiyle, penfriendiyle, tatlı şeytanıyla, beyaz meleğiyle, güleniyle, fenerlisiyle, uyumlusuyla, uyumsuzuyla her cinsten kişiyi birbirine bağladık.. Her renkten kattık, her yeri rengarenk yaptık. Sıkıldık, bunaladık, saatin tik taklarını sayarken baterist olduk, satranç şampiyonu çıkardık, hope'u yerde ararken gökte bulduk, .japonuyla fransızı karşılaştırdık, kek yaptık, sosunu kendimiz yedik.. Etraf çikolata kaplı, kaçırılan servisli, mavi woswoslu, minik havlamalarla doldu. Fotoğrafları yırttık, yırttıkça yerine yenilerini getirdik. Kelimelerimiz zihnimizden taştı, ağzımızdan döküldü. Bedelini ödediysekte tatmin olduk. Kelimelere kelepçe takmadık. Düşüncelerin kafesini açtık, onları özgür bıraktık.
  Ve bir yıl oldu işte.. Bu blogu açarken, kafese tıktığım düşünceleri tanımadığım kişilerle paylaşmayı düşünmüştüm. Ruh halimden kopan müzikleri, ani kararları, değişik düşünceleri, bulutlu hayalleri yazdım. Twitter'da tehlikleli düşünce savaşları, Facebook'ta fotoğraf yarışları ve Whatsapp durum kavgalarından uzak kendime küçük bir dünya açtım. Gözlerden ırak, saklı bir bahçe..
  Ve düşündüm.. Belki çok uzakta, çok farklı bir yaşamda, birbirimize yabancı iki kişiyizdir. Tek bir yazıma bile bakıp gülümsediysen, birbirimize artık yabancı değiliz :) Tek söylemek istediğim şey:
"Selam, tanıştığımıza memnun oldum tatlı yabancı."


6 Nisan 2014 Pazar

Haftasonu Müziği

 Klasik müzik denilince akla ilk "sıkıcı" kelimesi gelmesi ne kötü.. Halbuki bence çok güzel klasik müzikler var. Ne yani, bir insan hem metallica dinleyip hem de mozart çalamaz mı :) Tamam, belki biraz ilginç olur ama olmayacak bir şey değil. Bu sefer en sevdiğim klasik müziği paylaşıyorum: Debussy'nin incisi Claire de Lune. Keyifli dinlemeler :)

5 Nisan 2014 Cumartesi

Yolda Olmak

 Uzak diye bir şey var mıdır? Sonuca ulaşmak bu kadar önemli midir? Yolun bitmesini gerçekten ister miyiz, yoksa sadece sabırsızlığımızın kurbanı mıyız?
   Bazı anlar vardır ki nereye gittiğinin bir önemi yoktur. Sadece yolda olmak istersin. Arkadaki boş koltuğa oturursun. Başını cama yaslarsın. Kulaklığını takarsın. Derin bir nefes alırsın ve başlarsın hayal kurmaya.. Aradan ne kadar zaman geçti bilmezsin, dalgın gözlerle insanları izlerken.. Otobüsten inerler ve çıkarlar. Otururlar ve kalkarlar. Konuşurlar ve susarlar. Kendi sorunlarının çizdiği sınırlar içerisinde yolculuğa devam ederler. Saçlarına ak düşmüş insanların yolculuğunun daha kısa süreceğini düşünürsün. Belki iki durak, belki de beş durakları kalmıştır. Bazen hayalet gibidir otobüsler, büyük bir sessizliğin yuttuğu bir yolda. Bir çocuk çığlığı deler geçer sisli sessizliği. Bazen gözlerini kaparsın, kulaklarını asla. Müzik, beynini uyuşturur. Ve sıra senin durağına geldiğinde, herkes gibi inersin. Yürürsün. Bi kahve? Her zamankinden. Kısa bir sohbet daha. Tabi müzik listende başka bir şarkıya geçersen hayatının direksiyonunu da çevirmiş olursun. Bir "Of monsters and man" çalsa neşeyle inersin o basamaklardan. Ve yürürsün kaldırımlarda. Yerde iki yaşlı teyze vardır, her zamanki yerinde. Yeşil biberler, taze fasulyeler ve sebzeleriyle. Gülümseyip, başını sallarsın. Az ileride yaya geçidinde sıra bekleyen insanlar.. yarışın içine karışmış arabalar.. yeşilde takıl kalmış ışıklar.. arabaların içinden süzülerek karşıya geçerken aksiyon filminde gibi hissedersin kendini. Başın bir ileri bir geri .. tempo bir yüksek bir alçak.. Ve hedefi gördüğün hüzünlü ana geliriz işte. Çünkü sen ulaşmayı sevmezsin, sen yolda olmayı seversin. Nereden kalktığın, nereye gittiğin ve aradan geçen saatlerin bir önemi yoktur. İster Afrika ister Amerika ver elini Çatalca.. Beylikdüzü..Kadıköy..
 Minik bir hayal. Bir gün havaalanına gidin, bir bilet alın ve uçağa binin. Nereye gittiğinizi bilmeyin. Bilete bakmayın. Ve ayağınız yabancı topraklara bastığında, bilinmezliğin tadına varın. Planları bir kenara atın, programların üstünü çizin. Ve kendinizi bir gizeme, sürprizli bir bilinmezliğin kollarına bırakın. Hayat, küçük sürprizler ve şaşırtıcı gizemlerle güzeldir çünkü.

1 Nisan 2014 Salı

Haftasonu Müziği

Aslında son bir haftadır dinlediğim başka bir şarkı vardı, onu paylaşacaktım. Ancak son anda bir arkadaşımdan kopardığım bu parça şu an daha doğru geldi. Belki de geçirdiğimiz kasvetli haftasonundan sonra mutlu bir parça çalmak yanlış gelmiştir sadece. Ygs belası mı desek, "öbür" şeyler mi bilemedim.. Gerçekten belirleyici bir haftaydı. Tüm bir sene çalışıp emeğinin karşılığını iki saatlik bir sınavla ölçüldüğü bu yerde, maalesef hüzünler neşeden çok olacaktır. Bazıları vardır ki en vahim yerden büyük başarıyla çıkarlar, bazıları en mükemmel yerlerden alınlarında başarısızlık yazan sonuçlarla çıkarlar ve bir tane daha tür vardır ki, o da bence en kötüsüdür: Çalıştığının karşılığını alamayan mağdurlar. Sen bir sene odandan dersaneye, dersane sınıflarından okul koridorlarına ve özel hocalardan formül kaplı defterlere yorucu bir yolculuk yap, sonra şansızlıkların pençesine düş ve en büyük düşmanının kolları seni sarsın: Umutsuzluk. Ancak, daha yolun bitmediğini ve o düşmandan kurtulabilecek olduğunu hatırlatmak için buradayız. Çünkü dostluk bunu gerektirir. Dost, alışveriş merkezinde paketlerini tutan değil, ağlayan yüzüne mendilleri tutan kişidir.