8 Aralık 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Bu tarz grupları siz de çok sevmiyor musunuz? Çok hoş, çok keyifli... Özellikle slow parçaları çok severim, ama bu şarkının birden temposunu arttırması ayrı bir tat katıyor.. Hem hüzünlü hem mutlu. Müzik budur işte. The King Of Emotions. Duyguların Kralı.


1 Aralık 2013 Pazar

Topukluların Arasında Islanmış Bir Yaprak

   16-18 yaş genç insanları düşünüyorum. Onlarla kendimi karşılaştırdığımda bazen yaşlı hisseder, bazen de kendimde anormal olan bir şeyler mi var diye düşünürüm. Gençler, Amerikan dizilerinde gördükleri hayata özenir. Her Cuma gecesi çılgın partiler, haftasonları barlarda geçirilen zamanlar, New York sokaklarında ayakkabı dükkanlarını gezerek zaman harcamak… Amerika. Son zamanlarda cennet demek orası demek oldu. Prestij, diğerlerinden üstün olduğunu hissetmek, hayranlık, mükemmellik… Bunların hepsi birleşince oklar Amerika’yı gösterir oldu. Eğer diğerlerinin size hayran kalmasını istiyorsanız Los Angeles’ta yapacağınız bir check in, Twitter’a attığınız bir fotoğraf ve “Los Angeles sokaklarında ayakkabı denemekten ayaklarım şişti.” Gibi sözde yakındığınız bir tweet.. Evet, bunlar sizi olmak istediğiniz noktaya getirir: Popülerlik, havalı olmak, cool olmak vesaire.. Amerika’dan sonra sırada havuzlu ve lüks otel kıvamında Cruz’lar geliyor. O kadar Amerika’ları hayal edipte Cruz’ları etmemek ayıp olur, değil mi? İşte bu yüzden kendimi bu düşünce atmosferinden dışlanmış hissediyorum. Benim hayallerim ve onlarınki bu kadar farklıyken, kendimi onların yanında nasıl düşünebilirim? Ben, Doğa ve Müzik aşığı ben, gerçekten anormal miyim? Yoksa sadece yanlış yerde miyim? Beni Brezilya’daki yağmur ormanları, sonsuz okyanuslar, baktığınızda cennete kadar uzanabileceğini düşündüğünüz dağlar çekiyor. O yemyeşil ovalar yok mu.. Yağmur yağsa da orada sırılsıklam bir şekilde müzik açıp dans etsem. Yağmur damlalarının ıslattığı bir yaprak olsam. Gökyüzünde özgürlüğün simgesi martılar gibi kuş olup uçsam. Ormanda piano çalsam. Benden başka kimsenin olmadığı sahillerde atımla koşsam, rüzgarla bir olsam, rüzgarı yüzümde hissetsem.. Bütün bunlar varken neden o binaların ve aceleyle koşturan insanlar arasında durmayı isteyeyim ki? Mesela kendimi çok yabancı hissettiğim bir ortamla ilgili anımı anlatayım:
     Mükemmel bir Afrika gezisinden dönmüştüm. İnsanlar bana deli midir nedir gözüyle bakıyor, orada ne işim olduğunu merak ediyordu. Halbuki ben hayatımın en güzel anılarımdan bazılarını orada edinmiştim. O müthiş ve bir daha yapamayacağım deneyimler ne kadar özeldi.. Ve sonunda, okulda, elinde telefonuyla Whatsapp’tan mesaj atmakla uğraşan, kokoş bir kız geldi yanıma. Konuştuğum arkadaşların bir arkadaşıymış meğersem. Konu konuyu açtı, benim Afrika yazıma geldi.. Arkadaşlar tebrik etti ve konuşma sırası Bayan Whatsapp’a geldi. Hiç bana bakmadan pembe telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Bir yandan da cikletini cak cak çiğniyordu. Sonunda bana tuhaf bir ifadeyle baktı:
“Afrika’ya mı gittin? Ama neden?” işte bu kadardı. Eğer Paris veya Roma’ya gitseydim böyle alaycı ses tonuyla sorulmuş bir soruyla karşılaşmayacaktım. Ortamdaki herkesin susup beni dinlediğini fark ettim. Aklımdan binlerce cevap gelip geçti, sitem edebilir ve Yüce Hollywood kadar harika olmadığını söyleyip dalga geçebilirdim. Onun bana baktığı tuhaf ifadenin karşılığını aynı şekilde verebilirdim. Afrika’yı övüp ne muhteşem bir yer olduğunu saatlerce anlatabilirdim. Tam son şıkkı seçmiştim ki, kıza biraz daha dikkatle bakmayı seçtim. Baştan aşağı sıradan, herkesle aynı hayallere, aynı düşüncelere, aynı duygulara sahip bir kız. Ona oranın nasıl bir yer olduğunu hangi kelimeyle anlatırsam anlatayım, hiçbir şey anlamayacağını fark ettim. Böylece, kıza bakıp yavaşça gülümsemeyi tercih ettim. Ne dalga ne de övgü çıktı ağzımdan.. Tek söylediğim şey “Eğer bir insanın ölmeden Cenneti görebilmesi mümkünse, neden olmasın?” dedim. Ne anladı bilmem. Büyük ihtimal yanlarından kalkıp uzaklaştığımda arkamdan dedikodumu yapmış ve gülmüştü. Bense gayet içim rahat bir şekilde çıkıp gitmiştim.

      İşte böyle. Dost ve arkadaş ayrımını hep yaparım, dostlarıma çok değer verir çok severim onları. Çok güvenirim. Fakat birini çok sevmeniz demek size benzediği anlamına gelmez. Birbirinden farklı özellikte olan tüm dostlarımı çok seviyorum, fakat şundan da eminim ki: Sağ elimde Paris, sol elimde Rio de Janerio bileti olsa, kimsenin sol elime bile bakmayacağı şüphesiz bir gerçek. Eh, sanırım sol elimdekini isteyecek kişiyle hayatımın ilginç bir zamanında tanışacağım, o yüzden bekliyorum Sayın Rio.

Haftasonu Müziği

 Sizde de bu tarz müzikleri dinlerken keşke yağmur yağsa da dumanı tüten Nescafe'm daha bir keyifli olsa düşünceleri oluşuyor mu? The Civil Wars ve Eddie yağmur yağdığında kulağınızdaki müzik olmalı kanımca :)

8 Kasım 2013 Cuma

Dikkat, dikkat! Anormal bir insanı daha rapor etmek istiyorum.

 Normallik ve anormallik arasındaki fark nedir? Birine göre anormal olan şey bana normal geliyorsa, burada kim anormaldir? Anormal olmak, kişinin alışmadığı şeyleri yapmaktan mı geçer? O zaman anormal olmak demek alışılmışı aşmak demek. Alışılmışın dışında olmak demek. farklı olmak demek. ama dur bi dakika, günümüzün en büyük popülerlik  simgesi farklı olmak değil miydi? Herkesin en büyük isteği ve en büyük takıntısı farklı olmak değil miydi? E anormal olmak kötüyken farklı olmak iyiyse ve "anormallik" ve "farklılık" kavramı aslında aynı şeye denk geliyorsa... tamam kafam karıştı. o zaman düşünme tarzımızı değiştirelim.
 Bana göre tenefüslerde şarkı açıp koridorlarda dans etmek, şarkı söylemek, tuvalette asetonla oje silmek ve bu tarz şeyler gayet normal. Fakat on dakikalık tenefüsün tamamını üçgenlere ,karelere ,sinüs ve denklemlere ayırmak tamamen saçma, gereksiz ve anormal. Yanlış anlamayın, benim gereğinden fazla çalışkan öğrencilerden hoşlanmama gibi bir durumum yok. Ama sanırım ben bazı şeyleri anlamıyorum bu öğrencilerle ilgili. Onlar için hayatı aşılacak seviyeleri olan bir oyun olarak düşünüyorum. İlk seviye: Tüm ortaokul boyunca çalış ve başarılı bir lise kazan. yaptın mı? Bir tik at. İkinci seviye: Tüm lise hayatını ders çalışıp ödevlere ve sınavlarına ayır. Dört sene sonunda başarılı bir üniversite kazan. Üçüncü seviye: Gençliğinin ikinci yarısı olan ve belkide hayatının en güzel seneleri olacak üniversiteyi yeniden derslere ayır. Aman ne sürpriz! Başarılı bir iş bul. Ve Dördüncü seviye: İşte iyi ol. Hmm... Başka ne olabilir? Sanırım evlenmek, çocuk sahibi olmak var. Ama bunun için biraz sosyalleşme gerekmezmi acaba? En kötü iş evraklarıyla evlenip zımba falan doğurayım. Acaba oyun error mü verdi? Çünkü seviye dördü tamamlamak için ne yapacağımı bilemiyorum, yardım! İşte bir asosyal çalışkanın hayattaki rolü. Şimdi bana göre olması gereken yaşam oyununu söylüyorum. öncelikle, seviyeleri bir kenara at. HAYAT BİTİRİLMESİ GEREKEN BİR OYUN DEĞİL! Onu önceden planlayamazsın, geçmişe dönüp olanları değiştiremezsin. tek yapacağın şey; otur oturduğun yerde ve anı yaşa dostum. Ortaokulu iyi kötü geçmişsin, son sene belki biraz fazla kasmışsın. Ama sonuç? O çalışkan tiplemeyle aynı okuldasın. Hedeflerini yüksek tut, git ve çalış ama tüm lise hayatını ders kitaplarına gömülerek yaşayamazsın! Bir gün geometri çalışıyorsan öteki gün tüm arkadaşlarını toplayıp cadılar bayramı partisi vermelisin! Ve bence en önemli şey ne biliyor musun, bir gün evlenip çocuk sahibi olduğunda, onlara anlatacak müthiş hikayelere sahip olacak olman! Tüm lise hayatını edebiyatla matematik arasında geçirdiğini anlatmak mı, partiler,teneffüs dansları, kantin maceraları, arkadaşlarınla gezdiğin yerler, çektiğin her fotoğrafın bir anıya sahip olması, sevgililer,dostluklar ve tüm bu eğlenceli şeylerle dolu gençliğini anlatmak mı daha güzel? Tabi dipnot olarak eklersin "ayrıca çalıştım ben o yüzden istediğim yeri kazandım çocuklar" diye.. En iyisi gençliğe ve dersliğe eşit süre tanımak, ne de olsa lise güzeldir üniversite mükemmeldir... o yüzden diyeceğim şu ki illa normallik takıntın varsa ya tüm liseyi barlarda sarhoş sınavlar da bomboş geçir, ya da her dakikanı testlerde geçir... Çünkü insanlar senin bunlardan biri olmanı beklerler. onların kafalarında her şey ya siyah ya beyazdır, griye yer yoktur. Fakat biliyor musun, ikisinin ortasını bulduğun zaman her şey güzeldir aslında sana. Ben neysem oyum, anormal olmaktan gurur duyuyorum diyosan... eh bendensin demektir o zaman.

20 Ekim 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Dün radyoda duymuştum. Çok hoşuma gitti. Ritimleri ve vokalleri çok güzel. iyi dinlemeler!

The Beloved - Sweet Harmony

13 Ekim 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

  Yabancı dizi izliyorsanız bir de vampirler, kurtadamlar,cadılar,büyü,korku,gerilim,havadan havaya atılanlar,seksi yaratıklardan tutun Barney'nin işine, Ted'in karısına, A'in kim olduğuna, elektriğin gelip gelmicene kadar pek çok şeyi merak ediyorsanız, öğle yemeklerinizi Big Benle yiyip akşamlarınızı The Originals'a ayırıyorsanız hatta karmaşık sayıları Caleb ve Hanna ile çözüyorsanız bendensiniz demektir. Tabi bu yazdığım paragraftan tek kelime anlamamanız da mümkün :D Demin Originals'ı izledim ve son sahnede çalan şarkıyı dizi bittikten bi dakka sonra indirdim. İyi Dinlemeler! :))

6 Ekim 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Biraz eski fakat hisler hala capcanlı... Birine denilecek en zor söz bence seni seviyorum değildir, hoşçakaldır... O an demek istediğiniz binlerce söz, anlatamadığınız yığınla duygu vardır, ve en kötüsüde bunları anlatamadan diyebileceğiniz son bir söz kalmıştır... Hoşçakal!


Herşey siyah beyaz ...

             Herşey siyah beyaz...
Sevdiklerinle gülümsemeler...
Çılgınlar gibi dans edişiniz....
Gitarda slow parçalar, pianoda hüzünlü şarkılar...
Öfkeni çıkardığın bateri soloları...
  Hepsi biraz siyah biraz beyaz...
Gülümsüyorsan, maskenin ardından ağlıyorsundur...
Komik videolara arkadaşların kahkaha atıyorsa garip kaçmasın diye zoraki gülüyorsundur...
Ve herkes gittiğinde, ve yalnız kaldığında, maskeyi çıkarıp atıyor, dizine yaslanıp gözyaşlarını serbest bırakıyorsundur...
   Herşey siyah beyaz artık...
Tüm renkleri sildim ben, pembe kalpleri siyaha boyadım, sarışın saçlarına ak düşürdüm, yeşili, kırmızıyı ve hatta maviyi sildim ben...
Yağmurda yürüdüm, ama öyle su birikintilerine bata çıka güle oynaya sanma sakın.. Sadece yürüdüm, derin bir iç çektim, yağmuru tenimde hissettim...
Denize açıldım, derinliklere yüzdüm, yüzdüm ve yüzdüm... ta ki tek görebileceğimin denizin altından güneşin suya yansıması oluncaya kadar...
    Ta ki herşey siyahla beyaz oluncaya kadar...

15 Eylül 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Dinlediğim tek tük türkçe şarkılardan.. Eskiden havuç kafa, dinledim seni kaç defa :)

Sanki ilk baktığım gözlerdi gözlerin 
Duyduğum en güzel şarkı sesin...


11 Eylül 2013 Çarşamba

Hokus Pokus, suratlar gülümseme moduna alınsın!

     Na-na-na-na, na-na, na, so,so what?!! 
Alarm yine çalar, bakarım saate 7.30 olmuş , baktığımda 11.30 olmasını şimdiden özlemişim, hadi kalk giy formanı, tara saçını, gizlice küpelerini tak kimse farketmesin sakın ha, at ağzına bi kaç lokma ve annen yine desin okul yolu taşlarla dolu...
Servis gelir, takarım kulaklıkları, bi kaç guns n roses bi kaç coldplay derken 40 dklık yolculuk bitmiş, okulun çatısı görülmeye insanların sesleri duyulmaya başlamış... 
Tamam, bu ana kadar depresif takıldım sandınız ki ben sıfır arkadaş sıfır sosyallik dolu bir kız.. Aslında hiç öyle değil, okula yaklaşana kadar offf yine dersler yine paltolar diye düşünücem ama okula girdiğim an dostlarımın bir arada konuşup gülüsürken beni görüp el sallamasıyla neşeyle onlara doğru yürüyecem. İki kız iki erkek küçük grubumla yeniden harika anılarla dolu bi lise yılı geçireceğimi düşünüp sırıtacam. Bakacaklar bana aha kendi kendine sırıtan kız, kahkaha atacaklar belki. Olsun, ben yola devam edecem...
   Ama tabi malum, önümüzde sınavlar ve stresli günler var. YGS(Yeter Gençliğimi Sömürdün sınavı) ve LYS(ygs yetmedi bi de sen Lise Yıllarımı Sömürdün) sınavlarıyla işimiz iş.. Tabi şimdiden sınavlar,dersler,ödevler,sıkılacak 40 dakikamız olduğunu unutup bana el sallayan dostlarımın yanına gitmekten ve naber gençlik! diyip yumruklarımızı tokuşturmanın zevkini yaşamak istiyorum. Dostlarınız olduğu sürece, her türlü pisliği gökkuşağına çevirebilirsiniz :)

9 Eylül 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği

Bu hafta ilk defa iki müzik paylaşacağım, iki soundtrack. Bu hafta izlediğim iki filmin soundtrack'ı... Now you see me ve World War Z.

Now you see me, son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biriydi. Gerek görsel efektler, gerek müzikleri yahut kurgusu olsun, replikleriyle, oyunculuklarıyla ve şaşırtmacalı sonuyla, küçük sürprizleriyle sürükleyici bir film olmuş. Yalnız Morgan Freeman'ı ilk kez tanrı,lider,başkan gibi bir rolden ziyade yenilen bir rolde görmek şaşırtıcıydı. Sihirden hoşlanıyosanız kesinlikle izlemenizi öneririm.


World War Z ise zombi filmi. Zombileri, hafif gerilimi ve Brad Pitt'i seviyosanız, izleyin derim. Özellikle sonu diğer zombi filmlerinden farklılık gösteriyor-en azından benim izlediklerimden.. Filmde en sevdiğim kısım, soundtrack'ları...

4 Eylül 2013 Çarşamba

Haftasonu Müziği

Ed Sheeran'ı hep give me love şarkısıyla bilirdim, ama kiss me de en az onun kadar güzelmiş..

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği

Uzun bi aradan sonra, kalbi kırıklara gelsin... Duygusal hayatımın özeti...

28 Temmuz 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Oh Land'i bu kadar geç farkettiğim için çok üzüldüm. Hem çok tatlı, sesi güzel, arkadaki ritim hoş... fakat bu kadar harika bi sanatçının bu kadar az tanınması kötü. Perfection, Wolf & I ve Rainbow da güzel şarkılar fakat ben en çok White Nights'ı beğendim. Özellikle klibi diğerlerine kıyasla sıkıcı değil, eğlenceli :) Kızılderili sahnesine bayıldım:)

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Git, fethet, yoket!

  Karıncaları izliyorum... ordan oraya koşturuyorlar, hiç durmadan çalışıyorlar, bizim için minicik kırıntılar onlar için büyük bir besin kaynağı oluyor... ve kısacık hayatlarını çalışarak geçiren bu küçük canlılar, bir botla öldürülüyorlar...
  Arıları izliyorum, belki de hayatları boyunca durmadan çalışıp bal yapıyor, çiçekten çiçeğe uçup petekle uğraşıyorlar... ve bir el darbesiyle yok oluyorlar...
Ağaçları izliyorum, bir sürü canlının evi, oksijen deposu, güzelim canlıları... yerinde durarak en büyük işi yapan canlılar... küçük bir çakmakla yok ediliyorlar...
  Ve insanları izliyorum... Kocaman gökdelenler, alışveriş mağazaları, köprüler, yollar, oteller ve bir çok şey yapıyorlar.. kendileri için. Doğayı yok ediyorlar, hayvanları katlediyorlar, kendi ırkının sonunu getiriyorlar. Savaşlardan büyük orman yangınlarına kadar, insanın geçip gittiği her yerde bir felaket var.. Sonunda bu dünyanın sonunu getirip başka gezegenlere gidip oraları da yıkımla sonlandıracak kişiler yine biziz.. bir karınca kadar bile yararımız olmayan canlılar yine biziz.. Keşke bir martı ya da en azından bir ağacın yaprağı olsaymışım, o zaman daha çok yararım olurmuş bu dünyaya..
 
Bu dehşet video her şeyin güzel bi özeti bence...

21 Temmuz 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Bu haftanın müziği Dire Straits'ten Brothers In Arms. Benim yeni yolculuk şarkım, ayrıca sözleri de harika! :)

                                             There's so many different worlds
                                             So many different suns
                                             And we have just one world
                                             But we live in different ones


18 Temmuz 2013 Perşembe

Bayan Kaptan Hook

  Bazılarını kocaman cruise'lar çeker, hani denizin ortasında da havuza girin diye iki üç tane havuz, alışverişsiz kalmayın diye dükkanlar, şehrin en güzel restoranını aratmayacak yerler , 5 yıldızlı otel odalarından farksız odalar ve lüks yaşamınızı sürdürebileceğiniz yerler.. bunun normal bir otelden iki kat para tutmasının sebebi de yüzen bir otel olması, denizde giderken bütün bunları yapabilir oluşunuz..
  O bazılarının mükemmel seyahat anlayışı gidilecek gezilecek yerden çok, giderken yapılacaklar. Hangi ülkeye gittikleri, ne harika kaleler, manastırlar, kiliseler, antik kasabalar, benzersiz yapıtlar, güzelim eserler görüp geriye mükemmel anılarla dönecekleri hiç önemli değil. Bundan sanane diyeceksiniz, adam paralı pullu nereye nasıl harcayacaksa harcasın senin niye umrunda ki diye soracaksınız, haklısınız. Ben burada bir kez daha bu konudaki yalnızlığımı paylaşmak istiyorum. Bazen olur ya, arkadaşlarınız yanınızdan Cruise'lar geçerken ağızları bi karış baktıkları ve sonrada büyük Las Vegas hayallerinden bahsettikleri anlarda sadece dinleyip hı hı dersiniz, ama o düşler size çok yabancı gelir. Neden böyleyim, neden uyumlu olamıyorum diye düşünürsünüz, yanıtsız düşünceler kuyusuna bi taş daha atmış olursunuz. Bana diyeceksiniz, Vegas, alışveriş, yüzen oteller ilgini çekmiyor he, dostum derdin ne senin? Duyalım bakalım senin mükemmel seyahat anlayışını? O zaman benim yanıtım da biraz uçuk kalacak tabii. Ben cruise ile bir haftalık tatil yerine kendime bir tekne alma hakkı isterdim. Ama şöyle büyük, rüzgarla coşan bembeyaz yelkenli olanlarından. Başıma kaptan şapkamı takıp dümene geçmek ve plansız programsız yalnız bir pusula ve haritayla, az da doğaçlamayla bastırıp gitmek isterdim. Okyanuslara açılmak, etrafımda hiç bir kara parçası göremeyeceğim kadar uzaklaşmak isterdim. Tıpkı korsanlar gibi.. Kaptan Hook, Kaptan Jack Sparrow gibi.. Ama yalnız açılmak ister miydim bilmiyorum, belki bi kaç dostla belki yalnız babamla.. Heyecan verici maceralara atılmak isterdim, fırtınalarda sağanakta heyecanla gökyüzüne doğru bağırmak isterdim. Ve en güzeli de nereye gitmek istersem isteyim , kaç gün süreceği önemsiz, oraya gitmek isterdim. Mesela Güney Amerika'ya yolculuk, veya Avustralya'ya uzun süreli seyahat, ve hatta ve hatta en büyük hayalim "cennetten bir parça"ya geri dönüş bileti almadan gitmek isterdim. Ama düşünüyorum da , benim yaşlarımda amerikan gençlik dizilerinin etkisinden kurtulmuş ve doğa aşkıyla dolu kaç kişi vardır ki? Yanlış anlamayın kendimi beğenmişlik yapmak istemiyorum, sadece benim bi kaç hayalimi paylaşan bi kaç kişi olsa iyi olurdu diyorum. Neyse, yapacak bi şey yok. Umarım hayalgücüm bir gün daha gerçekçi olmaya karar verir. O zaman bir korsanla evlenme hayalimden de kurtulmuş olurum :)

5 Temmuz 2013 Cuma

Haftasonu Müziği

Biraz erken bir "Haftasonu Müziği" paylaşıyorum, biliyorum çünkü yarından itibaren çok güzel bi seyahata daha çıkıyorum: Balkanlar turu! Her ne kadar Afrika kaar ilginç,tuhaf,değişik,egzotik ama bir o kadar da eşsiz yer az bulunsa da, Dubrovnik, Makedonya, Meteora gibi yerlerde ilginç ve çok güzel gözüküyor gözüme... Ve tabiki benim vazgeçilmez seyahat şarkım, yani cidden bunu dinlediğinizde yoldaymışsınız hissi veriyor, Rascal Flatt - Life is a Highway umarım size de aynı hissi verir.. Gitmeden önce son bir felsefi sözü patlatayım öyle gideyim: Hayat, başlı başına bir yolculuktur. Varacağınız yerden ziyade yolda geçireceğiniz maceralar kıymetlidir:) İyi dinlemeler:))

2 Temmuz 2013 Salı

Bir Afrika Macerası

Küçük bir okul dergisi yazısından Hürriyet gazetesine çıkacak kadar ünlenen küçük yazım:) İlk yurtdışı seyahatimin Afrika-Tanzanya-Zanzibar'a olduğunu anlattığım yazımı umarım beğeniyle okursunuz..:))

Bir Afrika Macerası

      Çocukluğumdan beri hep yurtdışı seyahatine çıkmak istemişimdir. Dünyayı görmek… Avrupa’da ki ışıltılı şehirlerden, Güney Amerika’ya uzanan yemyeşil ormanlara, her yeri gezmek, en büyük hayallerimden biriydi.  İlkokuldayken kuzenim bana Eiffel kulesinin yanından çekilen fotoğraflarını gösterir, ortaokuldayken en yakın arkadaşım Venedik’in müthiş manzaralarını anlatırdı. Şimdi lisedeyim ve tanıdığım birçok kişi harika yerler görüyor ve geriye çok güzel fotoğraflar ve mükemmel anılarla dönüyor. Ya ben! İlk yurtdışı seyahatimi düşündüğümde aklıma hep Eiffel kulesi, Kolezyum veya Big Ben ile çekileceğim fotoğraflar, gezeceğim müzeler ve yürüyeceğim yabancı sokaklar gelirdi. Ama bilin bakalım bu hayallerimden hangisi gerçekleşiyor?

    Benim hikâyem yılbaşından bir hafta önce, buz gibi sıradan bir İstanbul gününde başladı. Ailemle birlikte
babamın çocukluk arkadaşına misafirliğe gitmiştik. Özgür abi tanıdığım en ilginç insanlardan biridir. 40 yaşında 40 yer görmüş adam… Bize, ucu bucağı gözükmeyen dağlardan, sonsuzluğa uzanan okyanuslardan, balta girmemiş yeşilin en güzel tonu ormanlardan ve ıssız çöllerden bahsetti. O anlattıkça ben bizimkilere imalı bakışlar atıyordum. Acaba ben de bir gün okyanuslarda yüzüp içinde vahşi hayvanların dolaştığı ormanlarda yürüyebilecek miyim diye tüm hafta düşündüm.
Yılbaşı gecesi ise eğlenceli oyunlar, leziz yemekler ve harika hediyelerle geçerken, gecenin sonunda babam bir duyuru yapacağını söyleyerek ayağa kalktı. Ve sonunda 16 yıldır beklediğim sözler döküldü ağzından: Çocuklar, Afrika’ya gidiyoruz!

    İlk yurt dışı seyahatim Afrika’da Tanzanya ve Zanzibar’a olacaktı! Gerçi konu babam olunca değil Afrika, Ay’a gidiyoruz dese şaşırmazdım. Zanzibar, dünya üzerinde köleliğin ve köle pazarların kaldırıldığı son yermiş. Bundan bir asır öncesine kadar hala Stonetown’da ki sokaklarda kadın ve çocuklar köle
pazarlarında satılırmış. İlginç bir yere benziyor doğrusu… Neyse, hazırlıklar tamamlandı ve macera başladı. 8
saatlik bir uçak yolculuğunun sonunda Tanzanya topraklarına ayakbastım. Etrafıma baktığımda ilk gördüğüm, şaşkın bakışlarıyla bizi süzen siyah adamlardı. Onlar bana ne kadar farklı geliyorsa, ben de bir o kadar onlara farklı görünüyordum. Tanzanya’dan Zanzibar adasına kısa bir uçuşla vardık ve kendimizi otele attık. Hiç vakit kaybetm
eden sahile indik ve gördüğüm manzara karşısında bakakaldım. Mavinin türkuazından lacivertine her tonuna boyanmış okyanus, karla örtülmüş bir sahil havasında bembeyaz kumlar, sahilin hemen arkasında kalan gür ağaçlı yemyeşil küçük bir ormancık, denizde nazlı nazlı salınan güzelim yelkenler ve kumda rengârenk takılarından elbisesine her türlü hediyelik eşyayı satan zenciler… O sıcacık suda yüzüp, güneşin tadını çıkarmak… Kulağında müziğin, elinde ananas suyun ve gözünde güneş gözlükleriyle manzaraya karşı uzanmak… Hele akşama doğru o güneş batışı… Son derece huzurlu ve muhteşem bir manzara… Afrika güneşi bulutların ardından çıkmış, harika bir turuncu rengiyle parıldıyordu. Önünden siyah bir kuş sürüsü geçiyor ve deniz tüm gün dalgalarla mücadele verdikten sonra, kusursuz bir örtü şeklinde önümüzde uzanıyordu. Kumsalda zenci gençler futbol maçı yaparken küçük beyaz elbiseli zenci kızlar oyun olarak ipe naylon bağlayıp uçurtma gibi naylonu uçuruyor, iki sevgili manzaranın tadını çıkararak kumsalda yürüyordu. Ve güneş ateş kırmızısına bürünerek bir Afrika gününe daha veda ediyor.

   Sonra ki gün, çok ilginç bir deneyim daha yaşıyorum: Hint okyanusuna şnorkelle dalmak… ve gördüklerim karşısında büyülenmek… Bin bir farklı renkte ve türde canlılar… Bunlara balık demek haksızlık olur, çünkü daha önce yediğim ya da gördüğüm hiçbir balık gibi tekdüze görünmüyorlar. Sanki ressam elinden, sulu boya darbeleriyle boyanmışçasına güzeller. Kırmızı zarif bir balık salına salına önümden geçiyor, hemen altımdan yeşil pullu irice bir balık, mavi, sarı çizgili iki balığın ardından yüzüyor.
 Küçük, pembemsi renkte bir balık grubu altımdaki mercanlarda gözden kaybolurken, yolunu kaybetmiş siyah benekli beyaz bir balık burnuma çarpıyor. Kocaman kırmızı bir denizyıldızının daha üstünden geçtikten sonra biraz daha yüzüyorum ve ilginç bir olaya tanıklık ediyorum: Yüzlerce balık suyun içinde heykel gibi duruyor. Yanlarına gidiyorum ama hala hareketsizler. Biraz ürkütücü bir manzara. Korkudan taş kesilmiş gibi duran balıkların gizemini biraz sonra gelen kocaman bir baracuda(büyük, yırtıcı balık türü) açıklıyor. Baracudanın hiç zorlanmadan ağzını açıp on balığı aynı anda mideye indirişini seyrediyorum. Ve sonunda yüzeye çıkıyorum…
    Sonraki gün Jozani ormanı ve başkent Stonetown’a gidiyoruz. Jozani, upuzun palmiye ağaçlarıyla, kuş cıvıltıları ve egzotik kokularıyla bizi fethediyor. Hele tam tepemizden atlayan maymunlar, bizi çok eğlendiriyor. Bir anne maymun yavrusunu kucağında taşırken, iki maymun elimizdeki yemeklere atılıyorlar. Küçük, haylaz bir maymun elimdeki meyveyi bir hamlede kapıyor. Öğleye doğru, bu yeşil cenneti arkamızda bırakıp şehre doğru yol alıyoruz. Stonetown; farklı baharat kokularıyla donatılmış daracık sokakları, balkonlarından pembe begonvilleri sarkan taş evleri, yollarında başında sepetle dolaşan kadınları, ellerinde çiçek ve meyve satan neşeli kız çocukları, her köşe başında resim tabloları, maskelerle dolup taşan dükkanları, balık pazarları, karşı karşıya durmuş kilise ve camisiyle, şarkı söyleyerek dolaşan insanlarıyla kir pas içerisinde fakat ruhu olan bir şehir. Sokaklarında geçmişin izlerini taşıyor…  Ve üzülerek son gecemize geliyoruz. Katıldığımız full moon partisi maceramıza noktayı koyuyor. Bu full moon partisi, adından da anlaşıldığı gibi ayda sadece bir kez, dolunayın çıktığı gecelerde yapılıyor. Gece tam bir curcuna! Rengârenk kıyafetleriyle insanlar dans ediyor, zenciler şarkı söylerken bardaki adamlar bardaklara vurarak ritim yapıyor, masadaki zenciler elleriyle, garsonlar ayaklarıyla yere vurarak ritme katılıyor, önümüzde küçücük çocuklar parendeler atıyor ve yanlarında da kızlar oradan oraya uçarcasına dans ediyor. Onlarda öyle bir enerji var ki, onların akışına kapılmamak mümkün değil. Onlara bir kere katıldın mı, kendini ya şarkıcıyla şarkı söylerken ya da pistte çılgınlar gibi dans ederken buluyorsun. Gecenin sonundaki havai fişek gösterisi ayrı bir tat katıyor partiye. Ve böylece son gecemizi de harika bir şekilde sonlandırıyoruz ve kaçınılmaz sabaha uyanıyoruz: Cennete veda edeceğimiz güne… Ama Afrika bizi son bir sürprizle daha şaşırtıyor; sahile iniyoruz ve o da ne! Deniz yok! Büyük bir gelgit olmuş. Deniz o kadar uzağa çekilmiş ki, geriye kalan büyük bir kum yığını, yosunlar, karaya oturmuş tekneler ve ürkmüş yengeçler… Deniz öğleye doğru geri geliyor ve Hint okyanusunun sonsuz güzelliğinde bir kez daha kayboluyoruz. Okyanusun içindeyken o an İstanbul’da kışın, soğuğun, karın olduğu gerçeği bana o kadar yabancı geliyor ki… Sudan çıkıyorum ve kıyıya oturup etrafımdaki manzarayı zihnime kaydediyorum. Sanki masal kitaplarından fırlamış gibi… Kıyıya coşkuyla çarpan dalgalar, biraz ileride denizde neşeyle zıplayan yunuslar, yanımdan kahkalarla gülerek koşan çocuklar, etrafımı saran palmiyeler ve kulağımdaki müzik… Hepsi bir uyum içerisinde… Cenneti bırakmak istemiyorum… Önümde uzanan 8 saatlik geri dönüş yolculuğu, beni bekleyen bir yığın ödev, kalın kazaklar ve erken uyanacağım günler gözümde çok büyüyor. Ama her gidişin bir dönüşü vardır ve bende sonunda evime dönüyorum.
     Zanzibar’ı düşündüğümde;

 İstedikleri yere gitmek için bisiklet kullanan, eğlence olarak şarkı söyleyip dans eden, her gittiğimiz yerde bizi gülümseyerek “jambo”(swahili dilinde merhaba) sözleriyle karşılayan kara yüzleri aklıma geliyor. O yoksulluğun içinde, tüm zor şartlarına rağmen hayata gülümsemeyi başarabilmiş onlar. Mutlu olmak için son model bilgisayarlara, televizyonlara, telefonlara ihtiyaç duymuyorlar. Eğer akşam uyuyabilecekleri bir evleri, yiyebilecekleri bir ananas bir ekmekleri, basit bir işleri, sarılıp öpebilecekleri bir aileleri varsa ne mutlu onlara! Başka bir şeye ihtiyaç duymuyorlar çünkü… Canlarını sıkan bir şey olduğunda, diyecekleri tek bir şey var: Hakuna Matata! Boşveeerrr gitsin…

                                                                                                                                  HAYALPEREST

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği

Bu haftasonu Passenger'dan Let her go parçasını paylaşacağım. Passenger'ın ne kadar Tracy Chapman'a benzediğini fark ettiniz mi?  Ayrıca birazda James Blunt tarzı.. Ama her halükarda İstanbul'un yağmurlu yaz günlerinde çay içerken dinlenecekler listemde:) Ayrıca bir hafta sonra çıkacağım büyük balkan seyahati için hazırladığım müzik parçalarına da eklemeli... İyi dinlemeler!

25 Haziran 2013 Salı

Haftasonu Müziği

Müziği her yönüyle severim. En slow şeklinden en hızlısına, dans için olanına, Pop'undan Rock'una, Blues'undan Jazz'ına Reggae'sine, hüzünlüsünden neşelisine her türü başka bir mükemmellik.. Her ne kadar böyle düşünsemde Rock müziğin benim için farklı bir yeri var yinede.. Efsaneleri ne kadar sevdiğimi önceki yazılarımda da paylaşmıştım. Daha önce Pink Floyd, U2 ve Queen gibi gruplardan paylaştım, bu sefer bir başka efsanevi grubu paylaşacağım. 1990'larda çıkan şarkısı hala günümüzde ilk günkü gibi beğeniyle dinlenmeyi başarabilen ender gruplardan...

NİRVANA-SMELLS LIKE TEEN SPIRIT


24 Haziran 2013 Pazartesi

Keşke şeytanı uyandırsaydık be John abicim

   Sevgili John Verdon;
John abicim, şimdi sana yazma sebebim şu ki; Senin ne kadar sürükleyici, heyecanlı, acaba diğer sayfada ne var diye düşünmeden edemediğim kitapların üzerine yazıyorum. Biz okurların hayatına "Aklından bir sayı tut" ile girdin, bir dahada çıkmadın. İkinci kitabını kitap raflarında gördüğüm gibi kapıp aynı gece okuduğumu ve bir çırpıda bitirip en az ilki kadar şaşırtıcı şekilde yazdığını düşünmüştüm. "Gözlerini sımsıkı kapat" ile de kalbimizi fethettikten sonra herhalde üçüncü kitabının biz okurlarda meydana getirdiği sevinç ve heyecanı tahmin edersin. Ama benim asıl söylemek istediğim; İlk iki kitaptaki heyecan, gizem ve en önemlisi sonundaki kötü adamın hepimizi büyük şaşkınlığa sevketme durumunu "Şeytanı uyandırma" da göremeyişimin beni üzmesi. Son kitabınızın büyük bir hayal kırıklığı olduğunu düşünüyorum. Bu üzüntümün sebebi; Sondaki kötü adamın hem şaşırtıcı olmaması hem de tahmin edilebilir veya önemsiz bir karakter olmasından, kitaptaki bir çok sorunun cevapsız kalmasından, aksiyonun minimum düzeyde tutulmasından, dedektif kitaplarına pek benzememesinden, diğer iki kitapta yakaladığınız başarıyı bence bu kitapta yakalayamamış olmanızdan kaynaklanıyor. Umarım çıkacak yeni kitaplarınız bu sorunlarınızdan oluşmaz. Sizi seviyoruz, ilk kitaplarda elde ettiğiniz başarının devamını bekliyoruz.
                                                                                                                       Sevgilerimle;
                                                                                                                                     HAYALPEREST
 


16 Haziran 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Aslında yaza girdiğimiz için enerjik, dinamik, canlı, eğlenceli şarkılar paylaşmak istiyorum ama etrafta bu derece acı olaylar varken, hiç neşe paylaşmak gelmiyor içimden... Etrafta gazdan göz gözü görmüyo, gören göz görmez oluyo.. Ana öğünde tazyik içip biber gazı yemek var artık.. 13-14 yaşında çocuklar yaralanıyor, insanlar başlarını yarıp geçen kapsüllerden ağır yaralı.. Onlara yardım etsen suç, etmesen suç.. Otelini açsan suç, zavallı hayvanları yaralasan önemsiz olur oldu artık.. Tam bitecek diyosun, sabah gittiğinde paşa paşa simit yiyip güneşlenen polisler, akşam canavaa dönüşüyolar.. Nedense onları kurtadamlara benzetir oldum, sabah adam gibi gözüküyolar gece canavar olup çıkıyolar.. Haydiii, bakalım ne zaman bu işin sonu gelecek?
Sing me to sleep.. Alında durumu düşününce çok mantıklı bi söz değil mi sizce?

14 Haziran 2013 Cuma

YAZ ZAMANI!!!

Zırrrrr... Yaz tatilini başlatan zil çaldı sonunda!!
Sıkıcı ödevler,
Pis sınavlar,
Moral bozucu sınav haftaları,
Kokuşmuş formalar,
Disiplin tehditleri,
Çekilen mekikler, şınavlar,
Çatık kaşlı hocalar,
Ketçapı az sıkılmış hamburgerler,
ERKEN UYANMALAR BİTTİ!!!!!!!!!!

Şimdiiiii;
Parlayan güneşli günler,
Buz gibi deniz,
Geç yat geç kalk günleri,
Kumsallar,
Havuzlar,
Tatiller,
Nefis dondurmalar,
Yaz şarkılarında kopma günleri,
Güneşyağı kokusunu içine çekme günleri BAŞLIYOR!!!!!!


12 Haziran 2013 Çarşamba

Anılarımın zindanında..

  Aklından çıkmayan anılar..Kulağında çınlayan kahkahalar..İlk düşen gözyaşı..İlk yatılı kalma maceran..Doğruluk cesaretlikte pijamalarınla sokaklarda koşturman..Omzunda uyuya kalman...Dostunun yüzüne su balonunu yapıştırdığın andaki yüz ifadesi..Onunla "o" şarkıyı yüzlerce defa dinlemen..Havuza atman, havuza atılman..Selamların,elvedaların..
Kaç düşünceyi daha zihnimdeki zindana kapatmam gerek?
Üstelik bunlar iyi olanlardı...
Silah sesi..Araba kazasına ramak kala kurtuluş..bağrışlar,kavgalar,hakaretler,vurulan kapılar, çatılan kaşlar..
Hepsi zindandan kurtulmak için doğru zamanı bekliyor..Azıcık bile düşünsem hepsi gün yüzüne çıkacak..Ne yapmalı, ne etmeli? Sonuçta her müzik farklı bir anının kapısını aralamaz mı? Ne yani, müzikten mi vazgeçeyim? Ama bunun susuz yaşamaktan ne farkı var ki? Susuz, üç gün yaşanır ama ya müziksiz..? Bir gün bile dayanabileceğimi sanmıyorum. Ne dinlesem, bir düşünce,bir anı, bir sürü duygu hapisten kurtuluyor. Üstelik, müzik her yerde.. Yediğim restoranda, buluştuğumuz cafede, okuduğum okulda, evde,serviste,arabada,sokaklarda,dükkanlarda,doktorlarda, hatta sınavda bile müzik odasından gelen piyanoda... En kötüsüde kaygılanacak sınavın, buluşacak arkadaşın ya da yapacak işin kalmayınca yalnız başına yatağında uzandığın an..Kitap bile okusan karakterler senin gözünde sen ve o olur. Gençlik filmi izlesen oyuncular sen ve özlediğin dostun olur.. Bazen en ufak söz bile seni zihnindeki zindana iter. Hep korkarsın, acaba daha ne kadar dayanacaksın? Ne zaman onlar da öğrenecek? Kaya gibi durduğunda ya içteki çatlakları görürlerse? Herkesin zihninde hapishaneler vardır, ama hepsi seninki kadar kalabalık mı? Sorular,sorular.. Cevaplanmamış sorular..Cevabını arasan belkide hücrenin derinliklerinde bulunmayı bekliyorlar.. Ama karanlık yerlerden karanlık anılar çıkar.. Yürüyen ölüler dediğin ruhsuz, mutsuz insanlar var ya, hani sana bakıyor ama göremiyor, seni duyuyor ama dinlemiyor, hayatın tükettiği, yediği bitirdiği insanlar.. Onlar kendi zindanlarında hapsolmuş, anılarda boğulmuş insanlar.. Anıların büyüğü küçüğü olmaz, tüm anıları, tüm koğuşları besleyen tek bir duygu vardır ortada çünkü.. İnsanı yer yer bitirir, tedavisi bulunamamış hastalıktır.. Onlar senden ayrıldığında, başka yerlerdeyken, sen burada o öbür dünyadayken ondan sana kalmış tek şeydir.. Büyük sebeplerden doğmuş dahada büyük sonuçlara yol açacak tek duygu... Sevgiyle gelir, öfkeyle biter.. İşte budur, ÖZLEM.. Kaç kelepçeye de vursan, zihninin en karanlık köşesine de itsen, tüm anıların,duyguların,düşüncelerin kaynağıdır o..Bir kere kurtuldu mu, artık bambaşka bir insansındır.. Belkide hayatta tutunduğu son şeyi de bırakmış, huzur bulamamış ruhsundur sen.. Seni yiyip tüketene kadar tekrar tekrar acı vererek, içten çökerten, sonunda neden sorularını kafana salan, öfkeyle dolduran içindeki canidir. Neden kaybetmeye bu kadar yaklaştın? Bambaşka bir hayata giderken dostundan ayrılan neden sendin? Sevdiklerinden ayrıldığında neden müziğin,filmlerin, hiç bir şeyin anlamı kalmadı? Özlem ve neden sorusu, en nefret ettiğim kardeşler..

10 Haziran 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği



Ahhh, sonunda sınavlar da bitti!!! Artık okula yalnızca gizlice cipsler sokarak, en harika şarkıları usb'ye yükleyerek gidiyorum. Çünkü zaman, eğlence zamanı!! okulda şarkını koy, cipsini aç ve dans et!! Bu şarkı tam dans şarkısı değil ama eğlenceli, çok hoş bi şarkı..

3 Haziran 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği

Normalde pek türkçe şarkı dinlemem ama bu cidden harika.. Duman'ın tek gecede yazdığı, gezi parkındaki eylemcilere destek amaçla söylediği harika şarkı.. Şu an durumu anlatan en iyi şarkı.. BİBERİNE GAZINA, COBUNA SOPASINA EYVALLAH EYVALLAH...

Saldırın bana utanmadan sıkılmadan
Gözlerim yanar ama ezilmedim azalmadım
Özgürüm dedim hala
Haklıyım dedim hala sana
İnsanım dedim hala
Vazgeçermiyim söyle bana.....

1 Haziran 2013 Cumartesi

Beğeniyle Cahillik Arası İnce Çizgi

 
    Geminin güvertesinde üç adam karşılarındaki deniz ve günbatımı manzarasını seyrediyor... Bu adamlardan biri ressam, biri mühendis biri de psikolog... Ressam bu manzaraya baktığında turkuazından lacivertine okyanusun rengarenk büyüsüne kapıldığını ve gün batımının önünden geçen kuşlarla ne muhteşem bir manzara resmi yapabileceğini düşünüyor.. Mühendis bu manzaraya baktığında suyun kütlesini düşünüp hesaplıyor, bir havuzu okyanus suyu ve balıklarıyla doldurup satsam tutarmı diye düşünüyor... Ve psikolog, hastalarına bu gibi huzur verici manzaraların ne kadar iyi geleceğini ve ruhlarını dindireceğini düşünüyor...

  Çoğu insan aynı şeye bakar, ama o kadar farklı şeyler görebilir ki.. Buna bakış açısı diyebilirsiniz, algıda seçicilik diyebilirsiniz, benim için insan baktığı yerde ne görüyorsa kişiliği hakkında az çok bilgi sahibi olabilirsiniz. Bunu anlatıyorum çünkü bu olay ben ve hocalarımdan biri arasında neredeyse tüm sene devam etti. Hoca Pembe Topuk, kesinlikle insan olarak iyi biri. Hoca olarak iyi biri. Bizle iyi anlaştığından arkadaş olarak iyi biri. Ama kişiliğe gelince daaaatt!! Ben neysem o tam zıttı! Yani, ikimizde aynı müziği dinliyoruz, ben ne kadar zevk alıyorsam o, o kadar dalga geçip gülüyor. Aynı kitabı okuyoruz,kitap ta Jack London - Vahşetin Çağrısı hani, ben Buck'ın hikayesini seviyorum, onun evcil köpekten vahşi bir kurda dönüşmesini okuyorum, ona göreyse kitabın özeti: köpekler koşuyor... Ben ne kadar köpekleri, hayvanları, doğayı seviyorsam o köpek denilince bile ürküp onu elleyeceğime ölürüm daha iyi diyor.. Hocam, tamam, saygım var size tabiki ama yüzünüze bakıp o dalga geçip teyze dediğiniz kişi Whitney Houston be !!! Ya da o köpekler koşuyor diye özetlediniz kitabın London'ın başyapıtı olarak bilinen, dünya edebiyatında önemli yeri olan bir kitap olduğundan haberiniz var mı? Hayatın anlamı vitrindeki pembe ayakkabıda değil, farkında mısınız? Cevap veriyorum: Hayır. Tamam, belki şakalarınız kaliteli olabilir ama dünyaya bakış açınızın bu kadar sığ olması çok fena. Bunu neden mi yazıyorum, neden kimseyi değilde en çok beni rahatsız ediyor? Hiç bir fikrim yok. Belki siz Mercury'e sıkıcı dede derken gülenler içinden sizin için üzülüyordur. Gerçekten, dede mi?! Cidden o dersten kaçıp kurtulmamak için zor tuttum kendimi. Sorun renkler ve zevkler tartışılmaz olayı da değil artık, belki onu sevmiyor olabilirsin ama yaptığın yorumların "bunu beğenmedim" 'den "whitney teyze hohoho" 'ya geçmemesine dikkat etmen lazım. Beğeni ile cahillik arasında cidden ince bir çizgi var. Bu çizgiyi aştın mı gülümseyen suratlar devrilen gözlere, alaycı gülüşlere, hızlıca yapılan fısıldaşmalara döner. Neyse, umarım çizgiyi "en azından" daha az geçersiniz bayan Pembe Topuk.

26 Mayıs 2013 Pazar

Haftasonu Müziği

Bruce Springsteen - Streets of Philadelphia
Bruce'un sesiyle, enstürmanlarlarıyla, sözleriyle son derece harika bi şarkı!! Bu şarkıyı bu kadar geç keşfetmem çok üzücüüü:(( Piano veya gitarda biraz daha geliştikten sonra kesinlikle çalmak istediğim bir parça...

I walked the avenue till my legs felt like stone 
I heard the voices of friends vanished and gone 
At night I could hear the blood in my veins 
Black and whispering as the rain 
On the streets of philadelphia ....

21 Mayıs 2013 Salı

Yeni salgın : Farklılık

  Farklılık...Farklı olma arzusu.. Bugünlerde kimsenin dilinden düşmeyen "Ben farklıyım" sözleri...
Herkeste bir salgın gibi başladı bugünlerde bu farklılık olayı. Biri gelir ben kardeşimle kavga ederim onun tarafı tutulur, ama diğer ailelere bak onlar da hiç böyle şey yok, ben bu yüzden onlardan farklıyım der. Öbürü çıkar hahaaha hiç çalışmıyorum, ödev yapmam,ders yapmam, hocayı dinlemem, isyankarım, havalıyım,farklıyım der, bir diğeri beni kimse anlamıyor, çoook farklıyım der...

 Bir arkadaş, yalnız bir ay aynı sırayı paylaştığım kişi her gün mü gelir güne günaydınla başlayıp her tenefüs bak, görüyosun dimi, işte ben bunu düşünmüyorum, farklıyım der yahu! Dediği şey de hani matah bir şey olsa! Atıyorum hoca çok çalışan çok kazanır gibi bir şey sorar, katılmaz veya ben hangi spordan hoşlanırsın; voleybol, basketbol veya futbol? diye sorduğumda hiçbiri der, kendince sırıtır ve klasik: Görüyosun ya, ben çok çok farklıyım der...

 Neden herkes farklı olma peşinde ki? Eğer herkes kendi gibi olsa, başkaları gibi olmaya çalışmasalar zaten her birinin kendine has,özel ve "farklı" bir dünyası olduklarının farkına varmazlar mı?
 Benim için farklılık ne mi? Bence sadece farklı olduğunu söylemeyen insandır.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Haftasonu Müziği..

 Bu hafta Pink Floyd'un efsanevi müziğini paylaşacağım. Pink Foyd hakkında söylenecek çok şey var ama ben onu tek tük kelimelerle de ifade edebilirim sanırım.. Efsane..Müzik...Orjinal..Sonsuzluk.. Heyecan... Sevinç. .Üzüntü.. Anılarda boğulma tehlikesi:)

Pink Floyd - Wish You Were Here

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Müzik...bir yaşam biçimi..

  Müzik... Benim için basit bir hobi değil, yemek yemek , su içmek kadar bir ihtiyaç... Bir yaşam biçimi.. Ruh halini düzelten bir ilaç... Mutluyken üzecek, üzgünken güldürecek kadar güçlü... Tek bir sözüyle, tek bir gitar sesiyle seni anılara boğacak kadar derin.. Onsuz bir gün bile geçirince eksiklik hissedeceğin kadar bağımlı...
  

 Müzik; 60'larda Elvis, Rolling Stone, The Beatles'tan sorulurdu. 70'lere gelince Pink Floyd, Led Zeppelin ve The Who'ya tahtı bıraktılar. 80'lerde Nirvana, Bon Jovi, Deep Purple, Queen ve Guns'n Roses ile akım devam etti. Ve şimdi, artık justin bieber'ler direction'lar var. Hala dinlenebilir güzel müzikler varsa da kime justin kim diye sorsan yedisinden yetmişine herkes bilir. Ama bir Freddy Mercury kim desen anca haa ünlü biri işte değil mi derler. Bana soruyorlar
neden Justin Bieber'dan bu kadar nefret  ediyosun? diye. Aslında ben ondan nefret etmiyorum, belki de kişilik olarak iyi bir insandır, evinden çöpü atacak kadar mütevazi, her hayranına nazik davranacak kadar hoşgörülüdür. Ben zaten ondan nefret etmiyorum, ben aslında şu zamanda müzik denilince akla onun gelmesinden nefret ediyorum. Artık kimse "Hey teacher, Leave them kids alone!!" demiyor. Anca "baby, baby, babyyyyyy" diyorlar. Comfortably Numb'ın gitar solosu müthiş dediğimde bana tuhaf
tuhaf bakıyorlar, ama One Direction ile ilgili bir şey desem muhabbet akşama kadar sürer. Allahtan hala benim müzik zevkime yakın, Queen'den ACDC'den konuşabileceğim bir kaç arkadaşım var. Hala bana efsanelerle ilgili müzik cd'si yapıp getiren, benle "Highway to Hell!!!" diye bağıran, Pink Floyd tişortumu giydiğimde bundan bana da bir tane almazsan benden kork!! diye tehdit eden azınlıkta kalmış dostlarım var. Depeche Mode kim diye sormayan, Jennifer Lopez'le ilgili bir habere şaşırmayışımı görünce heeee tamam o zaman diyip dünyanın en önemli şeyini bilmiyormuşum gibi davranmayan, Roger Waters konserine gidemiyince beraber üzülüp offffflayabileceğim kişiler var. Hep Rock Müzikten bahsettim ama
jazz,
blues, reggae de ayrı bir mükemmellik. Bob Marley ile no woman no cry'lar, Louis Armstrong ile what a wonderful world'ler ve blues brothers ile everybody need somebody'ler müzik listemin vazgeçilmezleri arasında hep olacaklar. Ha bi de Pop müzik var.. Dünyanın her yerinde canlılığını, gençliğini hiç yitirmeden varlığını sürdüren pop müzik.. Eskiden Britney Spears, Madonna, Christina Aguilera şimdi de Adele, Rihanna, Katy, Beyonce ve daha pek çok kişi... Neyse bu konuda diyecek çok şey var, umarım bir on sene sonra insanlar efsane diyince bieber değil U2, The Doors aklarına gelir diyorum son olarak. Ve yazımı en sevdiğim şarkı sözlerinden biriyle bitiriyorum: Don' worry be happy! -Bob Marley :)

16 Mayıs 2013 Perşembe

Hayal Hırsızı

   Hani herkesin büyük hayalleri vardır, ama hep onlar için şöyle düşünürüz: Bir gün...Gün gelecek...Günün birinde...Büyüdüğümde...İleride... vs. Hiç kimsenin aklına ,gerçek hayatta en azından, ayağı takılıp yere kapaklandığında tiyatro seçmelerinin başladığını gösteren bir broşürün üstüne düşeceği veya bir sürü insanın arasında müzik seçmelerine giripte o gün seçileceği ve hayalinin başlayacağı gelmez. Kimse hayalini gerçekleştirmeyi düşünmez çünkü "bir gün" o bir şekilde gerçekleşecektir ne de olsa. 
  Ben hep hayalperestimdir, dalgınımdır, hocalardan,arkadaşlarımdan hep fırça yerim bu yüzden.. "Hiç beni dinlemiyosun zaten sen, yine birileri hayal dünyasına dalmış, dünyadan dalgına alooo orda mısııın" gibi sözler artık hayatımın gündelik sözleri haline gelmiş durumda. Neyse, konumuza dönelim.

   Olay şöyle ki ben hayal kurarken çocukken şunu yapmalıydım, gençken kesinlikle buraya gitmeliyim , yetişkin olup bi işte çalıştığım zaman bunu gerçekleştireceğim veya da yaşlandığımdada bu olacak gibisinden düşünürüm. Mesela, yaşlandığım zaman İskoça'ya taşınıp yemyeşil çayırlarla minik bir gölün ortasında küçük bir kulübede yaşama hayalim hala geçerliliğini koruyor.. Neyse, ben şu anda gençlik hayallerim konusunda yoğunlaşmış durumdayım. Gençliğimde yapılacaklar listesinin başında arkadaşlarımla büyük bir Avrupa seyahati hayalim vardı. Ama bi çok insan gibi hep bir gün gerçekleşir diyordum. Ama gel gör ki kader işte, sınıfta kalan sıra arkadaşım 11. sınıflarla konuşmuş ,geçen gün bana gelip 15 gün 9 ülke büyük Avrupa turu var demesin mi! Tabi ben bir heyecan, bizim arkadaş grubundakilere bir çırpıda söyleyiverdim. Hepimiz akşama eve gidip ailelerden izin koparmak peşindeydik, gerçi izin konusunda pek umutlu değildik anca dua etmekle yetiniyorduk. Ama öbür gün, hepimizi şaşırtan bir şekilde hepimiz okula mutlu haberlerle geldik; hepimiz izinleri almıştık!! Tabi tüm gün bir hayaller, bir hayaller.. Hayaller bile bizi heyecanlandırır oldu. İşte Amsterdam'a gittik mi şuraları görürüz, Pisa Kulesinin yanında meşhur pozumuzu veririz, Almanyadaki büyük Europa Park'ta tüm gün eğleniriz, Paris sokaklarında dolaşırız ve daha neler neler... Hangi ülkeden ne alacağımıza, neler yapacaklarımıza en ince ayrıntısına kadar karar verip mutlulukla o gün uyuduk. Ve ertesi gün.. Turu düzenleyen hoca haftada tek o gün geliyor o yüzden onun yanına gidip turun daha ayrıntılı bilgisini alma vakti.. Tabi biz arkadaşla Polyanna edasıyla mutlulukla hoplaya zıplaya girdik odaya.. Dedik hocam böyle böyle, teşekkürler, harikasınız vs.. Ve o an olan oldu, kaşlar çatıldı, gülümseme somutmaya döndü, gözler kötü haberi söylemeye hazır kısıldı ve o gülümsemeyi yüzde donduran sözler çıktı ağzından: Üzgünüm gençler, gezi iptal!
   Sanırım bazen o olayı yapmadan hayal kurmak, olay gerçekleşmeyince çok daha can yakıyor. Gezinin iptali yeterli katılım olmamasıydı, tüm okuldan her sınıftan insan bulmuştuk arkadaşla. Bu seferde sorun tur bir hafta önce dolmuş, kontenjan yokmuş, hoca 11'lere söylemiş ne de olsa biri bilse tüm okula dedikodu şeklinde yayılırmışmış.. Bir duyuru çıkarıp duvara asmaya üşendiğinden biz hayalimizden olduk. Bir de bunu yapacak olanın rehberlik hocası olması, düzeltiyorum "psikolojisi-empatisi sıfır" bir rehberlik hocası olması işleri dahada berbatlaştırıyor. Diyeceğim o ki, hayal kurmak güzeldir, ama o hayalin gerçekleşmemesi çok can yakar. Artık bir iş kesinleşmeden düş kurmayacağım. Hayal Hırsızı, umarım bir gün hissettiklerimizi anlayabilirsin...

12 Mayıs 2013 Pazar

Haftasonu Müziği



Bu hafta nette gezinirken birden gözüme bu foto çarptı ve bir kez daha Queen'in ne efsanevi bir grup olduğunu hatırladım. Eğer 16 yaşındaysanız bu dönemde insanlar genelde hep Beyonce, gaga, katy, rihanna, bieber vs dinler. Ben dinlemiyor muyum? Arada Diomands dinleyerek dansettiğim veya thrift shop akımına katıldığım doğru ama hiç bir zaman bir jessie J bir bon jovi etmez benim için ya da nicki minaj Nirvana gibi bir efsaneyle boy ölçüşemez. Tabiki zevkler ve renkler tartışılmaz ya da biri pop biri rock elmayla armutu karşılaştırıyosun diyebilirsiniz ama ben yinede eski kafalığıma devam edip bu hafta Queen - Bohemian Rhapsody şarkısını paylaşacağım. Bu şarkı benim için hiç bir zaman ölmeyecek şarkılar listesinde:)

5 Mayıs 2013 Pazar

Haftasonu Şarkısı - 5 Mayıs

  Geçenlerde Oblivion filmine gittim. Ben bilimkurgu - aksiyon filmlerini çok severim, müziklerine ise bayılırım.   Film zaten harikaydı, zaten bir filmin içinde Morgan Freeman varsa o filmden kötü bir şey bekleyemezsiniz :) Tom Cruise da klasik Tom işte .. Oyunculuğuna bi şey diyemem ama adam 50 yaşında hala karizmayı koruyor :) Filmde tek eksik kesinlikle 3D olmaması, eğer 3D olsaydı tadından yenmezdi.. Tamam, film harika ama bence bu müziği de bir dinlemek lazım. Şahsen ben bayıldım:)

2 Mayıs 2013 Perşembe

Hayal Etmek...

   Hayal etmek küçük bir kızın balonunun ardından koşmasına benzer.

 Balon uçar, kız kovalar...

    Bazen balonun önüne engeller çıkar; elinde iğnesiyle sinsi bakışlı pis sırıtışlı insanlar, bazen koşmakta zorlanacağımız yüksek, yorucu tepeler ve bazen de balonu gözden kaybedebileceğimiz, hala orada olup olamayacağı hakkında şüpheye düşeceğimiz sisli havalar...
   Öyle insanlar vardır ki bazen balonun ipini tutmaya çok yaklaşırlar, fakat önlerine küçücük bir engel çıkınca korkup bırakırlar.
   Ve öyle insanlar vardır ki balonunun patlamasına aldırış etmezler, çünkü bilirlerki kendilerinde yeni balonlar şişirecek, peşinden koşacak yeni hayaller yaratacak güce, özgüvene, cesarete sahiplerdir.
   Korkak insanlar asla balonun peşinden koşmaz, onlar sadece balonunu yakalayan insanlara kıskançlıkla izlemekle yetinirler. 
   Yakaladığınız her hayal, ipini tuttuğunuz her balon size yeni hayaller yaratmak için umut ve özgüven sağlar. Eğer balonunuzu yakalarsanız, sakın bırakmayın. O balonu sadece, engelleri yılmadan geçip peşinden koşanlar yakalar.
                                                                                     Herkesin rengarenk balonları olması dileğiyle :)

28 Nisan 2013 Pazar

Haftasonu Şarkısı - 28 Nisan

  Her haftasonuna özel şarkı paylaşacağım. Bu haftasonu One Republic'ten Good Life'ı paylaşıyorum çünkü bu şarkı gerçekten neşeli, canlı ve enerji dolu. Umarım beğenirsiniz, Keyifli Pazarlar! :)

27 Nisan 2013 Cumartesi

Haftasonu Muzigi

Herkesi mutlu eden bir şarkı vardır, benimki de bu :)
 U2 - With or without you

Mutluluk o kadar zor mu?

  Pek çok tanıdığım, arkadaşım, akrabam ,sevdiğim kişi hep mutluluğun ulaşılması ne kadar güç bir şey olduğundan yakınıp duruyor. Bazıları lise hayatlarının işkenceden farksız olduğunu, bazıları ailesinin vitrindeki topukluyu alıcak harçlığı vermemesinden bazılarıysa kardeş kavgalarında hep kardeşinin tarafının tutulmasından bahsediyor. Ve en çokta hayatta beni mutlu edecek hiç bir şey yok cümlesini duyuyorum. "Ne kadar şanssızım!" , "çok mutsuzum", "hayat çok sıkıcı" vs.. Bir arkadaşımla bir gün yine bu sohbeti yaparken bana mutlu

olunacaklar listesi çıkarsam yarım sayfa sürmez demişti. Bende ona inat bir tane çıkardım. Ve sanırım yarım sayfayı geçti :)


      27 Nisan 2013


Mutluluk.. Hayat boyu aranan, bazen bir gülücük kadar yakın, bazen bir veda kadar uzak…
   Mutluluk, uçsuz bucaksız okyanusların ıssız adalarında gömülü bir hazine kadar değerli, bulunması zor..
Mutluluk, bazılarına göre ışıltılı elmaslar, etkileyici elbiseler, sahte gülümsemeler, bazılarınaysa bir parça çikolata…
    Mutluluk, en sevdiğin yemeğin nefis kokusu,
    Köpeğinin sana sevgi dolu bakışı,
    Çocuklarına sımsıkı sarılmak,
    Birlikte gülüp birlikte ağlayacağın dostlara sahip olmak,
    Pazar sabahı güneş ışığının yüzüne vurmasıyla uyanmak,
    En sevdiğin müziği dinlemektir.
 Müthiş manzaraları, sevdiklerinin gülümseyişini görmek,
 Müziği ve kahkaları duyabilmek,  
 Baharda çiçeklerin kokusunu koklayabilmek,
 Çikolatanın tadına varabilmek,
 Ailene sarılabilmektir.
    Mutluluk, kulağında müzikçalarınla seyahat edip enfes fotoğraflar çekmektir.
    Bazende hiçbir sorumluluğun olmadan tüm gün uyumaktır.
   Güneşli havada çimlere uzanıp güneşlenmek,
   Yağmur yağdığında sıcak çikolatanla oturup yağmuru seyredebilmektir mutluluk.
Kitapların büyüsüne kapılıp karekterlerle özdeşleşmek, onların duygularını yaşamaktır.
Arkadaşına hediye alıp yüzündeki mutluluğu seyretmektir
Sürpriz yapıp şaşkınlığıyla eğlenmektir.
    Şöminedeki ateşin etkileyiciliğine,
   Okyanusun özgürlüğüne,
   Rüzgarın gücüne,
   Ormanların enerjisine kapılmaktır.
Hikayesini bitiren bir yazar,
Hastasının hayatını kurtaran bir doktor,
Öğrencisine bir şeyler katabilmiş bir öğretmen,
Kendi binasını tasarlamış mimar,
Filmi Oscar kazanmış bir yönetmen,
Alkışların ve ritmin gücüyle coşan bir müzisyen,
Renklerin içinde kaybolmuş bir ressam olmaktır mutluluk.
    Mutluluk ormanlardaki yeşilde,
    Gökyüzündeki mavide,
    Ateşteki kırmızıda,
    Papatya bahçesindeki sarıda,
    Sümbüllerdeki morda,
    Taptaze portakallardaki turuncuda,
    Çiçeklerdeki pembede,
    Çikolatadaki kahverengide,
    Gecenin siyahında, yıldızın beyazında rengarenktir…
 Mutluluk, geceleyin yıldızları izlemektir.
At sevmek, at binmektir.
Paraşütle atlamaktır.
Derinlere dalmak, suyun gizeminde kendini kaybetmektir.
Kuş cıvıltılarını dinlemektir
Parmağına kelebeğin konmasıdır.
Güneşin doğuşunu batışını izlemektir
Piano gitar çalmaktır.
Sevdiğin şarkıyı bağırarak söylemektir
Tüm gece dansetmektir.
Gençliğini yaşamaktır.
Küçük bir bebekle annenin, torunuyla dedesinin ilişkisidir.
Filmlerdeki mutlu sonlara inanmaktır.
Uyandığında şimdi uyursam rüyam devam eder mi diye düşünmektir.
Yorgunluktan bitmişken rahat yatağına atmaktır kendini.
Açlıktan ölmüşken en sevdiğin yemeğin masada seni beklemesidir.
Spordan sonra birinin sana bir şişe su uzatmasıdır.
Sana teşekkür edilmesi, özür dilenmesidir.
Beklide iki sözcükte saklıdır: “Seni seviyorum.”
Elveda demek ne denli üzücüyse, kavuşmak o denli mutluluk vericidir.
  Özlenmek,
  Sevilmek,
  Affedilmek,
  Sarılmak,
  Öpülmek,
  Yalnız olmadığının hatırlatılmasıdır
Yüzüne su topu atmaktır
Salıncakta sallanmaktır
Havuza atlayıp herkesi ıslatmaktır
Köpeğinle oynamaktır
Uzun zaman beklediğin filmin çıkmasıdır
Kitabının son sayfasını okumaktır
Hediye açmaktır
Pasta kesmektir
Doğumgünü kutlamaktır
Uçurtma festivalinde gökyüzünde rengarenk bir cümbüş görmektir
Komik anılardan söz etmektir
Eski fotoğraflara bakmaktır
Sevdiğinin elini tutması, güzel bir söz söylemesidir.
Kumsalda uzun yürüyüşler yapmaktır
Çimlere uzanıp bulutları seyretmek, onlardan şekil çıkarmaktır.
Sıcak bir günde dondurma yemek,
Soguk bir günde nescafe içmektir
Hayal kurmaktır..
Şiirleri doldurabilen hayatlara sahip olmaktır.
   Mutluluk, seni seven insanların olduğunu bilmektir. Yalnız olmadığını bilmektir.
                                                         Anı Yaşamaktır.
                                                                                                                               Derin